Mustafa Kemal Atatürk, 26 Eylül 1932’de 1.Türk Dil Kurultay’ını topladı.
Her yıl Dil Bayramı olarak kutladığımız ya da kutladığımızı sandığımız 26 Eylül’de, Türkçenin bugün getirildiği noktaya baktığımız zaman üzülmemek mümkün değil.
Büyük Atatürk’ün, 1928’den ölümüne kadar neredeyse tüm enerjisini verdiği dil meselesi yani “Türkçe” ne yazık ki onun istediği şekilde gelişemedi, yabancı dillerin boyunduruğundan kurtulamadı… Son yıllarda Suriye, Irak, Afganistan ve benzeri ülkelerden gelen göç dalgası Türkiye’nin hem sosyal yapısında hem de dilinde büyük bir tahribat yaptı. Ülke hem yabancı hem de yabancı dil istilası altında… Kürtçe, Arapça, İngilizce tabelalar sokakları sarmış.
Atatürk her fırsatta Türk dili ve Türklük üzerine söylediği sözlerle dil konusuna verdiği öneme dikkat çekmekteydi: “Türk demek dil demektir. Milliyetin en bariz vasıflarından biri dildir. Türk her şeyden önce ve mutlaka Türkçe konuşmalıdır” diyerek dil konusunun bir millet için yaşamsal önem arz ettiğini her fırsatta vurgulamaktaydı. Çünkü Büyük Atatürk dil olmazsa millet olunamayacağını, Türkçe olmazsa Türkiye’nin de gideceğini, Türkçe parçalanırsa Türklüğün de kalmayacağını biliyordu ve bugün yapılmak istenenleri görmüş gibi gittiği her toplantıda, katıldığı her yemekte dil konusunda uyarılarda bulunmaktaydı. Türk Dili ve Tarihi konusunda yaptığı çalışmalar eşsiz birer devrimdir.
Bir konuşmasında da şöyle diyor Büyük Önder:
“Millî duygu ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin millî ve zengin olması, millî duygunun gelişmesinde başlıca müessirdir. Türk dili, dillerin en zenginlerindendir. Yeter ki bu dil şuurla işlensin. Ülkesini, yüksek istiklâlini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.”
“Bir gecede dili ve kıyafeti değiştirilerek bu millete travma yaşatılmıştır” sözleriyle tarihin hangi sayfalarında yerlerini aldıkları bizce malûm olan kişilerin dediği gibi inkılâplar, bir gecede ortaya çıkmamıştır; uzun araştırmalar ve çalışmalar neticesinde ortaya çıkmıştır. Ayrıca Türkçe, Türk milletince ya da Osmanlı İmparatorluğu’nda bilinmeyen bir dil değildir ki bir gecede gelsin ve hayatın içine girsin. Osmanlıca ya da Eski Türkçe denilen dil de Türkçeydi. Sadece Arap harfleriyle yazılıyordu. Aslında Türk dili hareketi, harf hareketiyle birlikte başlamıştır. Lâtin harflerine geçildikten sonra Türkçe daha da zenginleştirilmiş, okunması ve yazılması kolaylaştırılmıştır.
Biz yine Mustafa Kemal Atatürk’e müracaat edelim:
“Türk Milletinin dili, Türkçedir. Türk dili dünyada en güzel, en zengin ve en kolay olabilecek bir dildir. Onun için her Türk, dilini çok sever ve onu yükseltmek için çalışır. Bir de Türk dili Türk Milleti için kutsal bir hazinedir. Çünkü Türk milleti geçirdiği nihayetsiz felaketler içinde ahlakını, ananelerini, hatıralarını, menfaatlerini, kısacası bugün kendi milliyetini yapan her şeyin dili sayesinde korunduğunu görüyor. Türk dili Türk Milletinin kalbidir, zihnidir.”
Bugün Türkçenin yozlaştırılması ve melezleştirilmesi, yabancı istilâsına uğratılması bir milletin yok edilmesi çalışmalarının en vurucu planıdır. Sokak tabelâlarından, isimlere, şarkı sözlerinden, ürünlere ve turizme kadar her konuda Türkçe istilâya uğramıştır. Ve bu istilâ tıpkı bir bulaşıcı hastalık gibi her geçen gün dağılmaya ve bulaşmaya devam etmektedir.
Gelişmiş ülkelerde Türkçe kadar diline ihanet eden bir ülke var mıdır? Fransa’da, Fransız Dilini Koruma Kanunu vardır. O beğenmediğimiz Yunanistan’a gidin, Batı Trakya Türklerinin işyeri tabelaları Yunancadır. Çünkü Türkçe tabela asmak yasaktır.
Türkçeye sahip çıkma konusunda yetkililerin yaptığı sadece hamasi söylemdir. Bir taraftan “Türkçemize sahip çıkmak hepimizin sorumluluğu” diyerek meydanlarda kükrerken, diğer taraftan bizzat ve şahsen Türkçenin içine Arapça kelimeler yerleştirerek Türkçe korunmuyor ne yazık ki… Örnek: “fıtrat, külliyen, zillet, cibilliyet, istişare”! Bu güne kadar kaçımız “istikşafi” kelimesini duyduk, anlamını bilen var mı? Türk Dil Kurumu (TDK)’ da araştırdım; doğrusu, “İstikşaf” Kelime hem Arapça hem de yanlış söyleniyor. Anlayacağınız, iki taraflı tahribat mevcut…
“Çok mersi” ile başlayan Türk dilini katletme serüveni “performans” ile günümüze kadar geldi. Sosyal medyada “tşk, slm. bdk, grşrz” ve benzeri kısaltmalara hiç girmeyelim.
Türkçe, Cumhuriyet döneminde hiç yaşamadığı bir yozlaşmayla karşı karşıyadır.
Türkçe, Türkiye Cumhuriyeti Anayasa’sının 3. Maddesi ile korunmaya alınmıştır: “Devletin Bütünlüğü, Resmi Dili, Bayrağı, Milli Marşı ve Başkenti; Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir…” Ve Cumhuriyet’in temel taşları olan 1. 2.ve 3. Maddeler aynı zamanda da Anayasa’nın 4. Maddesi ile değiştirilmesi teklif dahi edilemeyecek maddeler arasında sıralanmıştır. Bugün oynanan oyun, bu temel taşların yerinden oynatılması oyundur.
Türkçe olmadan Türk kültürü olmaz.
Türk kültürü olmadan Türk kimliği bulunmaz.
Kimliksizin öz güveni, özüne itibarı yoktur.
Özüne itibarı olmayanın haysiyeti olur mu?
Türk dediğin haysiyetsiz yaşamaz.
Yazıyı Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu’nun bir sözüyle bitirelim:
“Türkçe giderse, Türkiye de gider.”
Dil Bayramımız kutlu olsun!
Tülay Hergünlü
İstanbul, 24 Eylül 2021