10-14 Eylül 2017 tarihleri arasında, Suriye Genel Sendikalar Federasyonu’nun daveti ile Suriye’de idim. Sendikalar Federasyonu, 11-12 Eylül 2017 tarihinde, bizim Şam olarak bildiğimiz Suriye’nin başkenti Damascus’da, “Emperyalizme Karşı Dünya İşçi Sınıfının Suriye Halkıyla Dayanışma Toplantısı” düzenlenmişti. Latin Amerika, Afrika, Asya ve Avrupa’daki 70’e yakın ülkeden partilerin ve sendikaların katıldığı toplantıya, Türkiye’den Vatan Partisi ve Nakliyat-İş Sendikası davet edilmişti. Vatan Partisi heyeti adına toplantıda konuşma da yapmış, katılan diğer ülkelerin parti ve temsilcileriyle görüşmelerde bulunmuştum.
Toplam dört gün süren Suriye ziyaretimizde, hem savaşın bilinmeyenlerini, hem de Suriye’nin idari yapısını, ekonomik, sosyal, kültürel özelliklerini tanımaya çalıştık. Yerinde bizzat yaptığımız gözlemlerde bir kez daha anladık ki, yaygın medyanın gösterdiklerini sorgulamadan kabul etmek, bile bile zehirlenmekmiş, zihinsel intihar demekmiş.
IŞİD ve PKK/YPG saldırısı başlatan ABD’nin savaşı esas olarak bitirilmişti. Ancak Şam yakınlarında çatışmalar hala devam ediyordu. Kaldığımız otelden bile top seslerini açıkça duyabiliyorduk.
İşte o top sesleri altından yapılan toplantıdan ve toplantı dışındaki günlerde yaptığımız görüşmeler ve gözlemlerden edindiklerimizi, dikkatimize sunuyorum.
Yazının önemli kısmını, 21 Eylül 2017 tarihinde Aydınlık Gazetesindeki köşemde “Suriye’nin bilinmeyen yüzü” başlığı ile yayınlamıştım. ABD ve İsrail’in HTŞ ve PYD’yi kullanarak devletini yıktığı Suriye’nin, nasıl bir ülke olduğunu hatırlamak, bugün daha da önem kazandı. Güncellenmiş olarak yenden yayınlamayı gerekli gördüm.
ABD emperyalizminin, terör örgütlerine neleri yıktırdığını ve yıktıracağını, sanırım okuyunca daha iyi göreceğiz.
LAİKLİK
1920’de Osmanlı İmparatorluğundan ayrılarak Suriye Arap Krallığı adıyla kurulan devlet, 1946’ya kadar Fransız mandası altındaki sömürge idaresidir. Mısır, Libya, Suriye ve Irak’ta güçlü bir rüzgâr haline gelen Arap sosyalizmi, Suriye’de de 1946 sonrası daha da etkili olmaya başlıyor. BAAS Partileri, sadece Suriye’de değil, Irak ve Mısırda da Arap milliyetçiliğinin sosyalizmle harmanlanmış partileridir.
Arap ülkelerinde gelişen sosyalist ve milliyetçi rüzgara karşı boşalan Fransız mandalarından iktidarları devralmaya niyetlenen ABD emperyalizmi, hızla Suriye ve Mısır başta olmak üzere Arap dünyasında tarikat örgütlenmesine girişir. Türkçesi Müslüman Kardeşler Örgütü olan Cem’iyyetü’l-İhvânü’l-Müslimîn, ABD ve CIA marifetiyle örgütlenmeye koyulur. Sünni mezhebine dayanmak, şeriatı uygulamak, kamucu ve devletçi uygulamaları tasfiye ederek emperyalist tekellere açık kapitalizmi uygulamak ister.
Baas iktidarı, Müslüman Kardeşler gibi tarikatların devleti ele geçirmelerine, devlette etkili olmalarına izin vermez. Ciddi tedbirler alır. Örneğin Hama’da tarikat kanlı bir ayaklama planladığında, şiddetle bastırır ayaklanmayı. Baba ve oğul Esat’a “zalim Eset”, “katil Esed” denmesinin esas sebebi, Amerikancı İhvancılara yol verilmemesi, bastırılmasıdır.
Öte yandan Suriye, Nusayri (Arap Alevileri) Sünni, Hıristiyan, Dürzi gibi çok dinli, çok mezhepli topluluktur. Baas Partisi bilmektedir ki, dine ve mezhebe dayalı iktidar, bitmek tükenmek bilmeyen din ve mezhep kavgalarının ve dinsel diktatörlüklerin kapısını açacaktır.
Hafız Esat iktidarıyla pekişen Baas Partisi iktidarı, her mezhepten ve her milliyetten kişilerin ortak iktidarıdır. Oysa Esat Alevi kökenlidir. Ancak Alevi iktidarı kurmayı düşünmemiş, hem Baas Partisi yönetimini, hem devlet idaresini diğer dinlerden ve milliyetten kişilerle paylaşmıştır.
Böyle bir idare ancak laiklik koşullarında mümkün olabilirdi. Anayasa buna göredir, eğitim de laikliktir.
Daha da önemlisi, Ne İhvancılara, ne de başka bir tarikata paye verilmez, prim verilmez.
İhvancı şeriat düzeni isteyen ABD ise, defalarca şeriat ayaklanması örgütler, silahlı katliamlar düzenler.
1982’de İhvancıların Hama katliamı ve 2011’de IŞİD ile yapılan kitlesel katliamlar, laiklik olmaması halinde Suriye’de nasıl bir düzenin olacağını gösteren örneklerdir.
Dinci, İsrailci ve Amerikancı HTŞ iktidarıyla laikliğin nerelere savrulacağını birlikte göreceğiz.
EĞİTİM
Hem eğitim, hem de sağlık, parasızdı Suriye’de.
Suriye gezisi sırasında en çok dikkatimi çeken bunlar olmuştur. Ve kamu ekonomisi…
Eğitim, ilköğrenimden üniversiteye kadar parasızdır hem de.
Üniversitede ise, küçük bir kayıt parası alınıyormuş sadece. 2017’de Türk Lirası değeriyle 10 lira bile değilmiş hem de.
2017 Eylülünde bile savaşın Şam yakınlarında devam ediyor olmasına, top seslerinin Damascus’tan bile duyulmasına rağmen, halkın çözülmemiş olması, bu koşullarda bile eğitimin devam edebilmesine, eşitlikçi ve parasız eğitim sistemine bağlıydı biraz da.
DİRENÇ
Her 200 metrede güvenlik tedbirlerine, sokak başlarındaki bariyerlere rağmen halk için normaldi hayat. Amerikancı terör de bu normale saldırıyordu zaten. Hayatın normaline saldırı, korkusuz bakışlara saldırı, umursamaz gurura saldırı… Her şeye rağmen çözülmemeye saldırıyordu Amerikancı terör.
Okulları roketatarla havaya uçurmaları bu yüzdendi.
Tarlaları, hasat depolarını, fabrikaları yakmaları bu yüzdendi.
Kitlesel kafa kesmeler, video çekimleriyle her gün topluma servis etmeler bu yüzdendi.
Ama tınmıyordu hala Suriyeli.
Örneğin Şam’daki üniversiteye de füze atmışlar. Ama ertesi gün yine gitmiş okula öğrenciler ve devam etmiş öğrenim.
İşgal edilen yerlerde ise, geceleri ve gizlice, evlerde sürdürülmüş eğitim.
Esad’ın devrilmesinin ardından bayram eden Suriyeliler, çocuklarını yine parasız okullarda okutabilecek mi, parasız eğitim devam edecek mi, göreceğiz.
SAĞLIK
Tıpkı eğitimde olduğu gibi sağlıkta da sosyalist bakış egemendir.
Telefonla randevu ücreti yoktur.
Muayene katılım payı yoktur.
Erken muayene fark ücreti yoktur.
Tetkik farkı ücreti yoktur.
Reçete ücreti yoktur.
İlaç katılım payı yoktur.
Eşdeğer ilaç farkı yoktur.
İlaç sayısı üçten fazla ise ayrıca ücret istemek de yoktur
Yatan hasta için yatak parası yoktur.
Dahası ameliyat parası da yoktur.
Atatürk de bize böyle teslim etmişti sağlık sistemini. Türkiye’nin bugünü ile kıyasladım acı acı…
Anlayacağınız, sağlık da parasızdı Suriye’de.
Fabrikalar, tarlalar, eğitim ve sağlık…
Amerikancı terörün IŞİD adıyla en fazla saldırdığı alanlar bunlar olmuş.
Hastaneleri havaya uçurmuş IŞİD.
Sağlık personelini katletmiş.
Kitlesel hastalık ve tedavisizlikle, halkın devlete isyan etmesini sağlamaya çalışmışlar.
2017’ye kadarki durum bu idi…
Amerikancı ve İsrailci yeni yönetimin, parasız sağlık sistemini devam ettirip ettirmeyeceğimi, birlikte göreceğiz.
HALKIN GIDASINA SALDIRI
2010’lara kadar tahıl üretiminde esas olarak kendine yeter durumdadır Suriye.
Ancak PKK/PYD işgalleriyle önemli miktarda tarım arazisi gasp edilmiştir.
İŞİD, hasat zamanı tarlaları yakmakta, siloları havaya uçurmakta, köyleri basmaktadır.
Böylece 2010 sonrası Suriye tarımı epeyce geriletilmiştir.
Hem milli tarım çökertilmeye çalışılmakta, hem de millet aç kalsın istenmektedir. Aç kalsın ki devlete isyan etsin, tere teslim olsun.
Bu amaçla yüzlerce tarlayı yakmış, Suriye halkına beş yıl yetecek doluluktaki siloları yakmış, patlatmışlar.
Halk ekmek tüketimini kısmış, kolları sıvamış, yeniden sürmüş tarlayı, yeniden ekmiş. Çoğu gün aç kalmışlar, ama Amerikancı teröre el açmamış, boyun eğmemişler.
2017’de gördüğümüz Suriye bu idi.
Bugünün Amerikancı iktidarı yerli üretim yerine ithalata yönelince, Dünya Bankası devreye girip, köylüye “ekmeyin biz masrafınızı karşılarız” dediğinde, savaş koşullarında bile aç kalmayan Suriyelinin hangi durumlara sürükleneceğini birlikte göreceğiz
SANAYİ
Suriye’de sanayi, tıpkı bizdeki gibi büyük kentlerin çevresindedir. Ağırlıklı olarak da Halep’te…
Özel sektör de var Suriye’de ve devlet destek oluyor.
Ancak toplam sanayi içinde ağırlıkta olan devlet işletmeleri… Devletçilik önemlidir. Ulusal ölçekli ve stratejik sektörlerde devlet var.
Emperyalist teröre kadar kamu işletmelerine özelleştirme türü bir saldırı da olmayınca, terör örgütleri, kamunun sanayi işletmelerine, fabrikalarına yönelmişler. İşgal ettiği yerlerde tam bir talan yapmışlar. 1.200 dolayında fabrika ve işletme, makineleri sökülerek Suriye dışına kaçırılmış.
Halkın hayatını da etkileyecek olan stratejik sektörlere saldırı, sadece işgal bölgeleri ile sınırlı kalmamış. Ülkenin her yerinde fabrikaları, işletmeleri kundaklayarak, havaya uçurarak yok etmeye çalışmışlar; Petrokimya, elektrik, tarım ve sağlık sektöründeki işletmeleri.
Saldırıların tahribatı yüzünden, 2013-14 yıllarında halka verilen elektrik, günde bir saate kadar düşmüş. Ama emperyalist terör, yine beklediğini bulamamış.
Bugünlerde “zalim Esed rejimi döneminde günde iki üç saat elektrik veriyordu” diyen ar damarı çatlamış haberciler, elektrik üretiminin neden azaldığını, elektrik şebekelerinin nasıl patlatıldığını anlatmıyorlar. Üç maymunu oynuyorlar böyle durumlarda.
Şimdi Amerikancı bir terör devleti kuruluyor. 2. İsrail olasılıkla.
Sanayi ve tarımı sürükleyen kamusal üretim alanlarının nasıl satılıp tasfiye edileceğini, özelleştirme zehrinin nasıl işleyeceğini birlikte göreceğiz.
Bayram edenler de görecekler.
İŞÇİ SINIFI VE İKTİDAR
İşçi sınıfı, halkçı ve kamucu sistemlerde haklarını geliştirebilir, örgütlerini güçlendirebilir.
Bu teori, Suriye’de bir kez daha doğrulanmıştı.
2017’de Türkiye nüfusu 80 milyondur. O tarihte mahalli idareler, BİT’ler, döner sermayeli, özel bütçeli ya da KİT kapsamındaki bütün kamusal işletmelerde çalışanların toplamı, 3 milyon 600 bin dolayındadır.
2017’de Suriye nüfusu 18 milyondur. Aynı tarihte kamudaki işçi sayısı ise 1,5 milyondur.
Buradan da anlaşılıyor ki, Suriye’de kamu sektörü yabana atılmayacak düzeydedir ve nüfusa oranla güçlü bir işçi sınıfı söz konusudur.
Sendikalar da güçlü. Sadece işçiler değil, işçi olmayan kesimler de sendikalıdır.
Köylü sendikaları var, öğrenci sendikaları var, gençlik sendikaları var.
Sendika-devlet ilişkisinde tartışılabilecek noktalar var elbette. Sendikalar iktidardaki Baas Partisiyle yakın ilişki içindeler.
Ancak dikkat çekici olan, sendikaların milletvekili adayı gösterebilmesi, toplumsal sınıf ve kesimlerin, kendi adaylarını seçerek parlamentoya gönderebilmesidir.
Bütün milli devletlerde olduğu gibi Suriye’de de, millet olma sürecinde işçi sınıfının rolü önemlidir.
Müslüman Kardeşler örgütünün 1928 yılında kurulduğunu düşünürsek, sadece bu Amerikancı tarikatla Suriye’nin 90 yıldır laiklik mücadelesi verdiğini hatırlarsak, Suriye devletinde ve Baas partisinde işçi sınıfı etkisinin laikliği koruma açısından önemi anlaşılacaktır. İşçi sınıfı üretimden koparılmaz, ezilmez, dağıtılmazsa, toplumu çökertmek epeyce zor olacaktır.
Bu yüzden Amerikancı terör, en kanlı saldırılarını işçi sınıfına yöneltmiş.
Nakliye işçilerine saldırmış, kamyonlarını yakmış.
Petrol, elektrik ve sağlık işçileri başta olmak üzere büyük katliamlar yapmış.
2013 yılında Şam yakınlarındaki işçi kenti Adra’da kitlesel olarak işçileri kesmiş, diri diri fırında yakmışlar. Kaçamayanlar ailece bombayla intihar etmiş.
Ama sağ kalanlar yine gitmiş fabrikalara, yine işletmişler sanayinin, tarımın çarklarını.
Ve 1,5 milyon kamu işçisinin maaşını, 2017 tarihine kadar aksatmamış devlet.
Sonrası ayrı bir araştırma konusu…
Sahi bütün bunları Türkiye’deki Holdinglerin Amerikancı medyası anlattı mı?
NE OLDU?
Bugüne gelirsek, ne oldu da bu destanları yazan Suriye halkı ve Baas Partisi teslim oldu?
Sağcısı solcusu ile holding medyası, ABD’nin ve terör örgütlerinin sözcüsü gibi. Doğrusu, ben de bugünün Suriye’sini, yakından bilenlerin araştırmalarından anlamaya çalışıyorum.
Örneğin Mehmet Yuva’nın 11 Aralık 2024 tarihli “Esad’ı deviren Esad – 1” ve 12 Aralık 2024 tarihli “Suriye’den alınması gereken dersler” başlıklı yazıları, dikkat çekicidir. Öneririm.
Mehmet Akkaya