VATANA İHANETIN NEDENİ OLMAZ ER YA DA GEÇ BEDELİ OLUR
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK
AKLIN UYKUSU CANAVARLAR ÜRETİR
Türkiye üzerine dar gelen, sağından solundan patlamış, kendisine ait olmayan giysiyi çıkarıp atacağı, özgürce nefes alacağı bir döneme girmek zorunda kalacaktır. Üzerimizden dökülen giysi 72 yıl önce ABD tarafından dikilmiştir. Rüküş, çirkin, eski ve kullanışsızdır. Günün ve coğrafyanın ihtiyaçlarına cevap vermekten uzaktır. Bedeni kısıtlamakta, ülkenin nefes almasını, serpilip gelişmesini engellemektedir.
Giydirilen bu kıyafet Türkiye’yi bağımsız bir rota da tutamayacak, Atlantik ve Asya arasında oluşturması gereken dengeyi engelleyecek, ülkeyi Amerikan çıkarlarının hizmetlisi olmaktan kurtaramayacak ve büyük fırsatlar sunan çok kutuplu dünya’da yerimizi almamızı geciktirecektir.
Ülkemiz kendi çarelerini üreteceği, coğrafyasının imkanlarını kendisi için kullanacağı aydınlık günlerin kapısını açmak ve ABD cehenneminin kapısını bütün planlarının ve aparatlarının üstüne kapatmak zorundadır. Bu coğrafyada hayatını devam ettirmek için kendi kıyafetini, kendine yakışanı giymekten başka bir çare yoktur. Bize yakışan tek kıyafet tam bağımsızlık kıyafetidir.
Ülke bütün kurumları ile hapsedildiği deli gömleğinden kurtulmak, pişirilerek önüne konan küflenmiş ideolojileri ait olduğu çağa göndermek, yalanın boyunduruğundan kurtulmak ve kamucu, laik, devrimci Cumhuriyeti inşa etmek zorundadır. Türkiye’nin gerçek kıyafeti kuruluş ayarlarında buluşulduğunda ve yarım kalan devrimini tamamladığında hazır olacaktır.
AKP iktidarının tarihi, hakikate el konulmasının ve gerçeğin tahrif edilmesinin, çarpıtılarak, yeniden üretilerek kitlelere yedirilmesinin, Türkiye’nin Türkiye olmaktan çıkarılmasının tarihidir. İktidarın en belirgin özelliği yalandır. Yalanın vücut bulmuş en süfli, en patolojik halidir. İktidar varlığını yalana borçludur ve hayatını ancak böyle devam ettirebilir. Bunlar sıradan, rastlantısal yalanlar da değildir. Gelecek projeksiyonlarını ve siyasetlerini bunların üzerine inşa etmektedir. Sindirme, hükmetme ve zulmetme amacı olarak kullanılan yalan, iktidarın tek hakikati olmuştur.
İktidarın, hukuku ayaklar altına alarak cezaevine attığı 28 Şubat kumpas davasından halen tutuklu generallerimizin cezaevinde ölüme terk edilmiş olmaları, yalanı kullanarak ölümcül şiddete başvurma örneklerden sadece birisidir.
2010 sonrasında Balyoz, Askeri Casusluk, Poyrazköy gibi kumpas davaları sonucunda 61 general ,22 amiral ve terfi sırası gelmiş 90 kurmay albayın tasfiye edilmesi, binlerce vatansever askerin casusluk, fuhuş ve sapıklık ile suçlanarak itibarsızlaştırılması ve darbe suçlamasıyla hapse atılması, onlarca kıymetli insanımızın ordumuza kurulan kumpaslar sonucu can vermesi ilk akla gelen acı örneklerdir. Bunlar yalan ve iftirayla başarılmıştır. Yalan orduyu ele geçirmiş, kozmik odaya kadar girmiş, kimsenin karşı koyamadığı zehirli bir silaha dönüşmüştür. Ordudaki Atatürkçü, vatansever ve millici kesim tasfiye edilmiş, adım adım bütün kurumların içi boşaltılmış, yabancılaştırılmış ve eskisinin karikatürü haline getirilmiştir.
İktidarın yalanları Marquez’in Yüz Yıllık Yalnızlık romanında bir Latin Amerikan kasabasında birden başlayıp ahaliyi evine kapatan yağmurun etkisi gibidir. Köy halkı olağan hayatına devam ederken usul usul başlayıp giderek şiddetlenen, azgınlaşan yağmur halkı evlerine kapatır. Köy halkı yağmurla yaşamaya hatta bir süre sonra yağmuru farketmemeye başlar.Yıllar sonra yağmurun sesinin kesilmesi üzerine dışarı çıkan halk hiç bir şey hatırlamaz. Yağmur köyün hafızasını, geçmişini silmiştir.
Ülkemizde yalan bir çamur seli gibi toplumu alıp önünde sürüklemiş her deliğe girmeyi başarmış doğru ile yanlışın arasındaki farkı önemsememeye başlayan zihni bulanmış ”makbul” bir kitle oluşturmuştur. Ne söylenildiğinden çok nasıl söylenildiği ile ilgili bu kesim söylenilenle ilişkisini görsel kültür üzerinden kurduğu ve söylenilenleri anlık algıya dayalı olarak dinlediğinden kolaylıkla ikna olmaktadır.
Bütün resmi belgelere rağmen iktidar, Lozan Anlaşması’nın toprak kaybıyla sonuçlanan bir yenilgi olduğunu,en çok toprak kaybeden padişahlardan biri olan Abdülhamit’in döneminde ise bir karış toprak kaybı olmadığını iddia edebilmektedir.12 Adaların Lozan yüzünden kaybedildiği, padişahın isteği üzerine Milli Mücadelenin başladığı gibi yalanlarla geçmişi silmek onun yerine yalan olduğunu bildiği bir gerçeği inşa etmek ve devletin tüm imkanlarıyla bunu topluma empoze etmeye çalışmaktadır.
İktidar bir yandan milli ve yerli olduğunu iddia ederken, bütün kamu kaynaklarını vahşice özelleştirmiş, fabrikaları, limanları, madenleri, tarım arazilerini yandaşlarına harç mezat satmış, ABD’den alınan sadaka karşılığında ülkemizi göçmen kampına dönüştürmüş, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığını üç kuruşa satmış, ülkeyi göçmen kampına dönüştürülmüştür.
Gerçekler, salgın dönemindeki ölüm sayısından, depremde kaybettiğimiz üç yüz bine yakın vatandaşımıza, ekonomik verilerden, dış politikaya kadar ya saklanmış ya da çarpıtılmıştır. TÜİK tarafından açıklanan verilere göre Türkiye ekonomisi bu yılın ikinci çeyreğinde % 21.7 büyümüştür. Merkez Bankası rezervleri ise 119 milyar dolar olarak açıklanmıştır. Oysa ekonomimiz % 0.9 büyüme sağlamış net rezervler ise -40.6 milyar dolara gerilemiştir.
Tek hakikati yalan haline gelen iktidar yalan söylemekte o kadar ustalaşmıştır ki seçim sürecinde yalanları muhalefetin anlattığı gerçeklerden daha ikna edici ve etkili bir şekilde anlatmıştır. Bütün bunlar medyanın suç ortaklığı ile olmuş, Türkiye’yi, bu kirli işbirliği bir yalan ülkesine dönüşmüştür. Sıradanlaşan yalan gündelik gerçeğimiz haline getirilmiştir.
Olmayan şeyin oluyor gibi gösterilmesi, muhalif siyasetçilerin televizyon programında söylediği sözlerin montajlanıp, yeniden üretilip piyasaya sürülmesi, yalana yalan diyenin zorbalıkla karşılaşması, gözaltına alınması ya da işinden gücünden edilmesi yaşadığımız seçim sürecine damgasını vurmuştur. Yalan yasallaşırken hakikat kovuşturulmuştur. Daha da kötüsü yalan bombardımanına ve sistemli olarak birbiriyle çelişen bilgilere maruz kalan halk doğruyla yanlış arasındaki farkı önemsemez hale getirilmiştir.
Önemli siyaset teorisyenlerinden Hannah Arendt’e göre, ‘ yalancı,er ya da geç gerçekliğe yenik düşer.’ Çünkü, ’gerçekliğin ikamesi yoktur; deneyimli bir yalancının ortaya koyacağı yalan ne denli geniş çaplı olursa olsun, olgusal gerçekliğin boyutlarına ulaşması’ mümkün değildir.
‘Yalan gerçeği bir süre saklayabilir yok edemez. İzleri kalacak, sistem içinde ortaya çıkarılacağı günü bekleyecektir.’ Arendt, ‘örgütlü yalan, ancak örgütlü bir gerçeklik arayışı, bunu yapan hakikat anlatıcılarının çabasıyla ortadan kaldirılabilir.’ diyor.(1)
Türkiye’nin Türkiye olmaktan çıktığı, her şeyin sahtesinin ve yalanın ele geçirdiği ülkemizi savunmanın tek yolu bıkmadan, inatla hakikati anlatmaktır. Memleketimizin Türk-Kürt-Arap federasyonuna dönüştürülmesi için tek eksik yapılacak yeni bir anayasadır. Gelmiş geçmiş en gerici ve cumhuriyet düşmanı meclis ve iktidar bunun için gün saymaktadır.
Türkiye yalana ve ihanete teslim olmayacak. Kurtuluş, aklı uykusundan uyandırmaktan, birleşip örgütlenmekten, cumhuriyet için savaşmaktan, hakikati aramak ve hakikati anlatmaktan, gerçek hırsızlığına karşı örgütlü bir mücadele vermekten, Mustafa Kemal Atatürk’ün aklıyla buluşmaktan geçmektedir.
1.Hannah Arendt, Siyasette Yalan
MEHTAP KAYNAK
Yorumlar kapalı.