Dolmabahçe Sarayı…
Toplumların tarihlerinin, yöneten ve yönetilenlerin ilişkileri üzerinden kurulu bir sistem içinde geliştiği varsayıldığında yönetenlerin bulunduğu mekanlar da toplumsal düzenin birer göstergesi olmuşlardır. Osmanlı Devleti de kendi yönetim sistemini ifade eden, esas itibariyle 7 büyük saray inşa ettirmiştir. Bunlar sırasıyla; Bursa Sarayı, Edirne Sarayı, Eski Saray, Topkapı Sarayı, Dolmabahçe Sarayı, Çırağan Sarayı ve Yıldız Sarayı’dır. Topkapı Sarayı ve Yıldız Sarayı, birbirine çok benzeyen yerleşim planlarına karşın Dolmabahçe ve Beylerbeyi Sarayları, Batılılaşma döneminin mimari tarzını yansıtırlar. Bunların haricinde Konya, Halkalı, Belgrad, Semendire, Niş, Dimetoka, Filibe, Sofya, Budin, Selanik, Yanbolu, Çorlu gibi saraylar da inşa edilmiştir.
Bursa ve Edirne Saray’larının inşası ile başlayan süreç, İstanbul’da Eski Saray’ın inşası ile devam etmiş, 15. Yüzyılda ise Topkapı Sarayı’nın inşa edilmesi ve 16. Yüzyılda Mısır’ın alınması ile Saray, Osmanlı yönetim biçiminin simge yapısı olması ötesinde dinsel bir kimliğe de bürünerek manevi bir nitelik de kazanmıştır. Bu özelliği ile Osmanlı sarayı, görsel olarak dönemin değişen beğeni ve zevkine göre değişim gösterse de, işlevsel olarak hem saltanatın hem de hilafet makamının temsil yapısı olarak değişmeden devam etmiştir.
13 haziran 1843 yılının Ramazan ayında inşaatına başlanan Dolmabahçe Sarayı’nın açılışı 7 Haziran 1856 tarihinde, Ramazan Bayramı’nın üçüncü günü öğleden sonra gerçekleşmiştir.
Tarihi değeri ve mimari güzelliğinin yanın da, yakın tarihimizin birçok hatıralarıyla dolu olan Dolmabahçe Sarayı, ‘’Devlet başkanının makamı ve devletin temsil mekanı’’ olarak siyasal tarihimizde iki farklı döneme – hem İmparatorluğa hem de Cumhuriyet’e hizmet etmiştir.
Yaklaşık 15.000 m2’lik bir alanı kaplayan Dolmabahçe Sarayı, Mabeyn-i Hümayun, Harem-i Hümayun ve Muayede Salonu olmak üzere üç kısımdan müteşekkil olup altı padişah ve son Osmanlı Halifesi Abdülmecid Efendi’ye ev sahipliği yapmıştır.
Saray, Sultan Abdülmecid tarafından inşa ettirilmiştir. Sultan II. Mahmud’ un vefatının ardından 1 Temmuz 1839’da, 31. Osmanlı padişahı unvanıyla tahta çıkan Sultan Abdülmecid, saltanatı zamanında ülkeye birçok bayındırlık eseri bırakmıştır.
Farsça, Arapça ve Fransızca dillerini bilen, ayrıca şair, hattat ve bestekar olan Sultan Abdülmecid, hem Doğu hem batı kültürüyle yetiştirilmiş bir Osmanlı Hükümdarı’dır. Sultan Abdülmecid’den sonra denizciliğe meraklı Sultan Abdülaziz, bir darbenin Padişah’ı olan Sultan V.Murad, haleflerine göre fazla görünür olmaktan hoşlanmayan Sultan II. Abdülhamid, ağrıyan dizlerini tutarak yürüyen Meşrutiyet’in yaşlı Padişah’ı Sultan Reşad ve düşünceli tavırlarıyla bilinen Sultan Vahideddin, hep bu Sarayın kapılarından geçmişlerdir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Milli Saraylar Daire Başkanlığı bünyesinde bulunan saray, köşk ve kasırlardan biri olan Dolmabahçe Sarayı, Batılı mimari formlardan yararlanılarak yapılmış olup; Barok, Rokoko, Neo-klasik gibi Batı Kökenli mimari üsluplar, Osmanlı geleneksel sanat ve kültür öğelerinden esinlenerek yeni bir yoruma kavuşmuştur. Fonksiyon açısından Osmanlı saray geleneğine ve Türk evi özelliklerine bağlı kalmış olan saray, dönüme oturan alanıyla, monoblok bina olarak Türkiye’deki en büyük saray durumundadır. Bodrum üzerine iki kat ile musandıra katlarından oluşan Saray’da 285 oda, 44 salon, 68 tuvalet ve 6 hamam bulunmaktadır.
Dolmabahçe Sarayı’nda 1856’dan, Halifeliğin kaldırıldığı 1924 yılına kadar, sırasıyla Sultan Abdülmecit, Sultan Abdülaziz, Sultan V. Murad, Sultan II. Abdülhamid, Sultan V. Mehmed Reşad olmak üzere, 6 padişah ile son Halife Abdülmecid yaşamıştır.
1925-1984 yılları arasında protokol ve ziyarete kısmen açılmış olan Saray, 1984 yılından itibaren ‘’müze-saray’’ olarak hizmet vermeye başlamıştır.
Günümüzde Saray gezisi; Selamlık, Harem, Camlı Köşk ve Saat Müzesi olmak üzere 4 bölümde gerçekleşmektedir.
Atatürk ve İstanbul aşığı İngiliz Ressam Ned Pamphilon’un akrilik eseri, Dolmabahçe Gate
Hilafet Makamı olarak Dolmabahçe Sarayı ve Halife Abdülmecid
Büyük Millet Meclisi’nin 1 Kasım 1922’de aldığı kararla saltanat kaldırılmıştır. Böylece artık Osmanlı tahtında ulunan Sultan Vahideddin, bu karar sonrasında Halife Vahideddin olarak anılacaktır. Bu kararı tebliğ için Ankara’dan gönderilen Refet (Bele) Paşa, Yıldız Sarayı’nda vahideddin ile görüşmş ve bu görüşmenin üzerinden kısa bir zaman geçtikten sonra da Sultan Vahideddin memleketi terk etmiştir.
Bu gelişme üzerine, Ankara hükümeti son olarak Osmanlı Veliahdı Abdülmecid Efendi’yi , oy çokluğu ile Hilafet makamına tayin etmiştir. Yeni Halife, Dolmabahçe Sarayı’nı kullanacak ve bu tarihten itibaren Dolmabahçe, Saray- ı Hümayun olarak değil, Makam-ı Hilafet Sarayı olarak yad edilecektir.
Halife Abdülmecid, uzun müddettir kullanılmayan Dolmabahçe Sarayı’nın tamirini tamamlanmasına kadar kendisine daha evvel tahsis edilen Veliahd Dairesi’nde ikamete devam etmiş (fakat mühim resmikabulleri, Sarayı’ın Mabeyn Dairesi’nde gerçekleştirmiştir), tamir ve tadil işlerinin sona ermesiyle birlikte, sürgüne gideceği güne kadar ailesiyle beraber Dolmabahçe Sarayı’nı kullanmış, 17 Kasım 1922’den 3 Mart 1924 tarihine kadar da Dolmabahçe Sarayı, Hilafet Sarayı olarak vazife görmüştür.
Hilafetin büyük Millet Meclisi tarafından lağvedilmesi ile birlikte Dolmabahçe sarayı için artık yeni bir dönem başlamıştır.
Dolmabahçe Sarayı’nın Milli Saraylar Müdürlüğüne Bağlanması
Büyük Millet Meclisi’nde, 3 mart 1924 günü çıkartılan 431 Sayılı Kanun’un 8., 9. Ve 10. Maddeleri mucibince saraylar Türk milletine intikal etmiştir. Yine bu Kanun’a istinaden aynı günün gecesi Saray’da ikamet etmekte olan Halife’yi, İstanbul Valisi Haydar Bey, polis müdürleri Muhiddin ve Saadeddin Bey’ler, memleketten ayrılmaya zorlamışlardır.
Hizmete açıldığı 7 Haziran 1856’dan Halifeliğin kaldırıldığı 1924’e kadar pek çok tarihi olaya tanıklık eden ‘’ Dolmabahçe Sarayı’nın taş merdivenlere açılan Mabeyn Kapısı’ndan sabah saat 05.00’de, Halife Abdülmecid Efendi son olarak çıkmıştır.
Bu tarihte Müslümanların son Halifesi Abdülmecid bin Abdülaziz Han ve diğer bütün Osmanlı hanedanı mensuplarının sürgüne gönderilmelerinden sonra saraylar 3 ay kapalı kalmış, aynı yılın Haziran ayında Milli Emlak Müdürlüğü tarafından kurulan Tahrir ve Tespit Komisyonu, üç ayrı alt komisyonla saraylardaki eşyaların bulundukları yerlerde tespit ve sayımına başlamıştı. Bu komisyonun başkanı, ileride ‘’Selek’’ soyadını alacak olan Hazine-i Hassa Nezareti eski görevlisi Sezai Bey’di . Sezai Bey’in başkanlığında yürütülen sayım ve tespit işlemi esnasında saray mekanlarının numaralandırılması da yapılmış (aynı numaralandırma bugün de kullanılmaktadır), 19 Ocak 1925 Bakanlar Kurulu Kararı ile Dolmabahçe Sarayı ve Beylerbeyi Sarayı Milli Saraylar ismi altında muhafaza edilmek suretiyle kurulacak Milli saraylar Müdüriyeti yönetimine bırakılmıştır. Bahsi geçen Bakanlar Kurulu Kararı’na istinaden 1 Mayıs 1925 tarihinde, Milli Saraylar Müdüriyeti kurulmuş, Kurumun başına da müdür olarak yine Sezai Bey atanmıştır.
Atatürk’ün tam desteğine sahip olduğu anlaşılan Sezai Selek, Milli Saraylar’da en uzun süre görev yapmış idarecidir. Aracısız olarak Reisicumhur Mustafa Kemal Atatürk ile haberleşme imkanına sahip olan Selek, bu güvene dayanarak olsa gerektir ki, Saray’ın saltanat kapılarında ve muhtelif yerlerindeki Osmanlı tuğralarının kaldırılması yönündeki Bakanlar Kurulu Kararı’na, tarihi Eser olukları ve üzerlerinde inşa tarihini gösterdikleri gerekçesiyle karşı çıkmıştır.
Diğer yandan şimdi Swiss Otel’in bulunduğu alanın, 1935 yılında Tapu İdaresi’ne tahsisi hususunda, Kadastro Müdürlüğü’nden istenildiği ve bu durum, Milli Emlak Müdürlüğü (Maliye Bakanlığı) tarafından Saraylar Müdürlüğü’ne bildirildiği zaman söz konusu olan arazinin Saray’a ait bir mekan olduğu ve üzerinde başka kurumların tasarruflarının asla mümkün olamayacağını ileri sürerek karşı çıkmıştır.
Zaman zaman milletvekilleri ve vali gibi üst düzey bürokratların dahi kendisine karşı saygı dolu bir üslup kullandıklarını, arşiv belgelerinden anladığımız ve aynı zamanda Atatürk’ün de hem şehrisi olan Sezai Bey, 1 Mayıs 1925’den 25 Şubat 1945’e kadar 20 yıl boyunca Milli Saraylar Müdürlüğü görevini yürütmüştür.
Atatürk’ün Saray’a ilk gelişi
Tanzimat ve Meşrutiyet devirlerinden modernleşmenin simgesi olan Dolmabahçe Sarayı, 3 Mart 1924 tarihinde çıkartılan 431 sayılı kanunla Türk Milletine intikal etmiş, Atatürk (1927-1938) ve İsmet İnönü dönemlerinde (1938-1950) ‘’Cumhurbaşkanlığı Makamı’’ olarak kullanılmıştır.
Atatürk Cumhurbaşkanı olarak 1 Temmuz 1927’de İstanbul’a geldiğinde Dolmabahçe Sarayı’na inmiş ve Saray’ın en görkemli mekanı olan Muayede/Bayramlaşma Salonu’nda başta milletvekilleri olmak üzere çeşitli kurum ve kuruluş temsilcilerinden oluşan 955 kişilik bir heyete hitap etmiştir. Konuşmanın tam metni halen Muayede Salonu’nda sergilenmektedir.
Atatürk, 1927-1938 yılları arasında 31 kez İstanbul’a gelmiş (11 yıllık süreçte toplam 4 yıl), İstanbul’daki çalışmalarında Dolmabahçe Sarayı’nı kullanmış ve burada vefat etmiştir.
Atatürk’ün Dolmabahçe Sarayı’ndaki çalışmaları
Türkiye Cumhuriyeti’nin Kurucusu Atatürk, Harem bölümündeki Hususi Daire’de ikamet etmiş, Saray’ı Türkiye’nin modernleşme planlarının yapıldığı bir kültür merkezi olarak kullanılmıştır. Hatta İsmet İnönü, Fevzi Çakmak, Kazım Özalp, Fahrettin Altay, Şükrü Kaya, Recep Peker, Celal Bayar gibi dönemin iler gelen devlet adamları ile toplantılarını burada yapmıştır.
Ayrıca, Harf Devrimi, Türk Tarih Kurumu, Türk Dil Kurumu ve Hatay Meselesi ile ilgili toplantıları da yine Dolmabahçe Sarayı’nda gerçekleştirilmiştir.
Saray’ın Son Ziyareti ve Vefatı
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün İstanbul’u son ziyareti 27 Mayıs 1938 günü başlamış, ziyaretinin ilk aylarında Savarona yatında kalmış ve çalışmalarını burada sürdürmüş, hastalığının ilerlemesi üzerine 24 Temmuz 1938’de Dolmabahçe Saray’ına geçmiştir. 5 Eylül 1938’de vasiyetnamesini yazdıran Atatürk, 10 Kasım 1938’de Dolmabahçe Saray’ında vefat etmiştir.
Atatürk’ün na’şı bir katafalka konularak 16-18 Kasım tarihleri arasında Muayede Salonu’nu ziyarete açık tutulmuş, cenaze namazı ise 19 Kasım 1938 günü, Prof. Dr. Şerafettin Yalkaya tarafında yine bu salonda kıldırılmıştır. Namazı müteakip na’şı, top arabasıyla Saray’dan alınmış, önce Sarayburnu rıhtımına, buradan Zafer torpidosu aracılığıyla Yavuz Kruvazörü’ne nakledilmiştir. Atatürk’ün na’şı bu gemi ile İzmit’e götürülmüş, yine Zafer Torpidosu’na konularak karaya çıkarılmıştır. Na’ş saat 20.30’da özel trenle Ankara’ya gönderilmiştir.
20 Kasım 1938’de Ankara’ya getirilen Atatürk’ün na’şı istasyonda törenle karşılanmış, top arabasına konularak TBMM’ ye getirilmiş ve Meclis önünde hazırlanan katafalka yerleştirilmiştir.
Atatürk’ün na’şı 21 Kasım 1938 günü yapılan büyük törenle geçicii kabir olarak ayrılan Etnografya Müzesi’ne getirilmiş, hazırlanan mermer lahde yerleştirilmiş ve na’ş 10 Kasım 1953’de Anıtkabir’e nakledilene kadar burada kalmıştır.