‘Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu Şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler!’
Tarihimizi devrim ve karşıdevrim olarak iki döneme ayırabiliriz. Ülkemizde Karşıdevrim, büyük devrimci Atatürk’ün hayata gözlerini kapattığı 10 Kasım 1938 tarihinde başlamıştır.2.Dünya savaşı sonrası ise çok partili düzen dekorunun arkasında taşlar döşenmeye devam ederek, adım adım gerçekleştirilmiş, giderek kök salmıştır. Zaman içinde Atatürk’ün devrimci Cumhuriyeti tanınmaz hale getirilmiştir. Türkiye’nin bağımsızlığından eser kalmamış, itilen kakılan, hırpalanan bir ülke haline gelmiştir. Karşıdevrim sürece yayıldığı ve içi boşaltılmış bir Atatürkçülük ile perdelendiği için fark edilmesi kolay olmamıştır ama sonuçları hayatın her alanında büyük kayıplarla yüzümüze çarpmaktadır.
Karşıdevrimin İlk Yılları
Atatürk’ün kaybı tarihimizin dönüm noktasıdır. Onunla geçen yıllar onurlu, başı dik ve bağımsız bir gelecek inşa etme süreci, sonrası ise eserini yıkma sürecidir. Atatürk’ün hayata gözlerini yumduğu gün Türkiye geleceğini kaybetmiş, karşıdevrim Amerika’dan icazet alan iktidarların gayretiyle kök salmıştır. Atatürk’ün Meclisinde, yabancıların dikte ettiği yasalar tek tek çıkarılmış, 1945-50 yılları Atatürk ilke ve devrimlerinin ayaklar altına alındığı, karşı devrimin ilk aşamasının gerçekleştirildiği yıllar olarak tarih sahnesinde yerini almıştır. Halen pençesinde olduğumuz dış borçlar, Dünya Bankası, İmam Hatip Okulları, Köy Enstitülerinin kapatılması ve Toprak Kanunundan vaz geçilmesi bu zaman diliminde gerçekleşmiş, Türkiye Emperyalizme bu dönemde kapılarını açmıştır. CHP ile başlayan, Demokrat Partiyle, Adalet Partisi, Milliyetçi Cephe hükümetleri,12 Eylül 1980 darbesi, Özallı yıllar ve mevcut hükümetimiz ile devam eden Atatürk devrimlerine ihanet bizi yaşadığımız çıkmaza getirmiştir.
ABD Emperyalizmine Kapıların Açılması
ABD emperyalizminin önündeki en büyük engel Atatürk ilke ve devrimleri, antiemperyalist bilinç ve devletçilikti. Dinci ideolojiler ilk günden itibaren desteklenerek, tarikatlar beslendi ve laiklik zayıflatıldı. Eğitim ve basın ele geçirildi. Devletçiliğin yıkılması için harekete geçildi ve yıllar içinde bu amaç hayata geçirildi. Yerine zaman içinde palazlanacak ‘işbirlikçi’ bir özel sektör getirildi. Ülkesine yabancı, fırsatçı, varlığını ve refahını dış güçlere borçlu olan, sonradan görme komprador bir sınıf yaratıldı.
Hükümetlerimiz için ABD hevesi hiç bitmedi.1949 yılında CHP iktidarı tarafından Dünya Bankasından Türkiye’nin kalkınması için bir rapor istendi. Hazırlanan rapor iktidar değişikliği nedeniyle D.P iktidarına devredildi. Raporun içeriğinde esarete giden yolun haritası vardı. Benzeri haritalar bütün iktidarların eline tutuşturuldu ve sorgulanmadan uygulandı. Dikte edilen yol özetle, Türkiye’nin sanayileşmemesi, sanayileşmeyi sağlayan devletin ortadan kaldırılarak ülkenin Amerika’nın pazarı olmasının sağlanmasıydı. Raporda ayrıca sermayenin önündeki engellerin kaldırılması gerektiği de bildiriliyordu.(Barker raporu; The economy of Turkey,an analysis and Recommendations for a development programme)
Bu raporda, Türkiye’ye biçilen rolün ne olduğu görülmektedir Öncelik sanayiye değil tarıma verilecektir. Pompa, çekiç, testere gibi şeyler üretilebilir. Tuğlacılık ,camcılık dericilik yapılabilir ama ağır makine, metal işleme, ağır kimya, selüloz ve kağıt sanayilerine girilmemesi gerekir.(s,100,101)Türkiye’ye,’ yerin budur. Sana çizilen sınırların içinde hareket et’ dendi.
Teslimiyet’ in ilk Adımı
Zaman içinde ABD’nin amaçlarını engelleyen bütün kurumlar ortadan kaldırıldı ve toplumsal yapı değiştirildi. Bu süreçte Türkiye, ABD’nin ekonomik, askeri ve siyasi örgütleri olan BM ‘e, IMF ve NATO’ya girerek, her tarafı ABD üsleri tarafından işgal edilmiş bağımsızlığını kaybetmiş, kişiliksiz bir devlet haline geldi.50’li yıllarda pompalanmaya başlanan Batı hayranlığına, eğitimin Amerikalı ‘uzmanlara’ devredilmesi eşlik etti. Böylece eksik parça da tamamlandı. Eğitimimiz tamamen Batı’nın çıkarlarına göre düzenlenmiş, basın emperyalizmin emrine verilmiş, kültür emperyalizmi bütün aygıtlarıyla Türk toplumunun üstüne zehirli bir gaz gibi çöreklenmiş oldu. Böylece Atatürk’ün bin bir emekle inşa ettiği milli devletten uzaklaşmanın bedelinin çok ağır ödeneceği bir sürece girildi. Ulusal onurumuzun kırılması, itilip kakılmamız, kaynakları bol, zengin bir coğrafyada yoksulluğa mahkum edilmemiz, Amerika’nın ülkemizde işlediği vahşi cinayetler ve durmadan akan şehit kanı yaşadığımız şu ana kadar hayatımızın bir parçası oldu. ABD, varlığını siyasal, kültürel ve toplumsal hayatımızın her alanında hissettirdi. Aydınlarımız, gençlerimiz, şairlerimiz, yazarlarımız öldürüldü, hapislere atıldı. Köy Enstitüleri acımasızca yok edildi.
Türkiye’yi yönetenler ne zaman bir sanayii hamlesine girseler, milli bir duruş ve kaygı ifade etseler başlarına türlü felaketler geldi; ’Adnan Menderes, Amerika’dan alamadığı sanayii kredisini almak için Sovyetlere başvurunca hayatından oldu. İsmet İnönü Kıbrıs ta ki kıyımı durdurmak için harekete geçince Johnson ambargosuyla karşılaştı. Süleyman Demirel Sanayii tesisleri için Sovyet kredisine yönelince iktidardan edildi. Ecevit 1974 Kıbrıs Barış Harekatına girince yine ambargo yedi.’ ’Banu Avar Hangi Dünya Düzeni S,46 Atatürk devriminden sapmanın bedeli ödeniyordu.
ABD ‘Yardımı’
ABD yardımı ABD tarafından öne sürülen bütün şartlar kabul edilerek alındı. İnönü,1947 yılında imzaladığı anlaşmanın 4.maddesinin ne anlama geldiğini, 1964 yılında Kıbrıs Türklerine yapılan kıyım karşısında çaresiz kalınca anladı. Bu madde yapılan yardımın veriliş amaçlarına aykırı bir şekilde kullanılamayacağını, Amerika’nın onayı olması gerektiğini söylüyordu.1947 Antlaşması ile sağlanan askeri yardım, ancak Sovyetler Birliği’ne karşı ve ancak ABD’nin izin vermesi koşuluyla kullanılabilecekti. Bu yüzden Türkiye Kıbrıs’a müdahale için on yıl beklemek ve Johnson mektubuyla aşağılanmaya katlanmak zorunda kaldı.
ABD başkanı John F. Kennedy verilen yardımların ne anlama geldiğini şöyle anlatıyor; ’Dış yardım, Birleşik Devletlerin dünya üzerinde etki ve kontrol elde etmesini sağlayan bir metottur.’
Bu metod ile pek çok diğer ülke gibi Türkiye’nin de egemenliğine ve bağımsızlığına el konuluyordu. Tek fark, bu ülkenin mazlum dünyanın ilk bağımsızlık savaşını vererek, emperyalizmi utanç verici bir yenilgiye uğratmış olmasıydı. ABD Savunma Bakanı Mc Namara dış yardım konusunda şöyle söylüyordu; ’Gelecek yıl Amerikan Askeri Okullarında 18.000 kişi eğitim görüyor olacak. Her biri demokrasimizin nasıl çalıştığına tanık olacak, bizim hükümet geleneklerimizi ve felsefemizi öğrenecekler. Ülkelerine döndüklerinde de her biri bunun uygulayıcısı olacaktır. ’David A.Baldwin Foreign Aid and American Foreign Policy s.142
Gerçekten de bizim ülkemize dönenler bunun uygulayıcısı oldular. CIA Şefi Paul Henze’nin 12 Eylül askeri darbesiyle ilgili olarak ‘bizim çocuklar başardı.’ sözleri ‘bizim çocukların’ kimin çocukları olduğunu anlatıyor.
12 Eylül Askeri Darbesi
12 Eylül askeri darbesi ve onu hazırlayan süreç ülkemizin en kanlı ve trajik sayfalarından biridir. Türkiye darbeye sürüklenirken ve darbe sonrasında gençlerini, bilim adamlarını, gazetecilerini, kıymetli insanlarını pusularda kaybetti. Kayıpların %90’ı gençlerdi. Darbe Toplumsal muhalefeti yok etmek, İşçi sınıfının kazanımlarını ve sendikal hareketi ezmek, sosyal devleti ve sosyal hakları ortadan kaldırmak için yapılmıştı. Emek ve demokrasi karşıtı bu darbe, kapitalizmin neoliberal uygulamalarına geçişi sağlamayı amaçlıyordu. 12 Eylül darbesi sayesinde uygulanan 24 Ocak kararları ile ülkenin ekonomi politikalarında önemli bir kırılma yaşandı. Özelleştirmeler, ekonomide kamunun ağırlığının azalması, çalışma hayatında kuralsızlaşma ve sendikal faaliyetlerin durdurulması 24 Ocak kararlarının sonuçlarından bazılarıdır.
Toplumsal yapıda büyük bir travmaya ve tahribata neden olan 12 Eylül darbesi Türk ordusuna da büyük bir zarar verdi. Darbeyi yapan, komuta kademesini ele geçirmiş derin Nato’ydu. Amaç milli ordunun tasfiye edilmesiydi. Nitekim, 12 Mart 1971’den sonra 1500 subay, 12 Eylül 1980’den sonra 2000 subay TSK’dan atıldı. Türk ordusunun bağımsızlıkçı ve Kemalist ruhunu öldürmek için yapılan tasfiye süreci Ergenekon ve Balyoz tertipleriyle devam etti.12 Eylül Türkiye ‘de halen içinde olduğumuz karanlık bir dönemin başlangıcı oldu.
Türkiye’nin AKP iktidarıyla yaşadığı bu karanlık günlerin ekonomik, sosyal ve siyasal açmazın taşları 12 Eylül’de döşendi.
12 Eylül’ün neresindeyiz?
AKP iktidarı 12 Eylül askeri darbesinin ürünüdür. Darbe süreci 42 yıldan beri kesintisiz devam etmektedir. Sürecin en cüretkar adımları AKP tarafından atılmış, Cumhuriyet tarihinin en büyük özelleştirmeleri ve yolsuzlukları bu iktidar zamanında yapılmıştır. Ulusal kaynaklarımız yağmalanmış, halk yoksullaşmış, sağlık sistemi ve eğitim çökertilmiş, ülke iflas noktasına getirilmiştir.
Ne Yapılmalı?
Cevap Mustafa Kemal Atatürk’ün sözlerinde, ’Millet tarihinde bazı devirler vardır ki; muayyen maksatlara erebilmek için maddi ve manevi ne kadar kuvvet varsa hepsini bir araya toplamak ve aynı istikamete sevketmek lazım gelir.Memleketin ve inkılabın içeriden ve dışarıdan gelebilecek tehlikelere karşı masuniyeti (korunması) için bütün milliyetçi ve cumhuriyetçi kuvvetlerin bir yerde toplanması lazımdır. Aynı cinsten olan kuvvetler müşterek gaye yolunda birleşmelidir.’
Ülkemiz emperyalizme karşı yeniden kurtuluş savaşı verme sürecine girmiştir. Emperyalist güçlerin sömürgeleştirme saldırısının, devrimci cevabını bulacağı bir süreç başlamıştır. İçinde bulunduğumuz zor şartlara rağmen ülkemizin Emperyalist planları bozacak güce sahip olduğunu unutmamamız gerekir. Büyük devrimci Atatürk’ün sözleri bize yine yol göstermektedir. Ülkemizin İçinde bulunduğu olumsuz şartları, dünyanın değişen güç dengelerini ve Türkiye’ye yöneltilen tehditleri bir arada düşündüğümüzde çok geç olmadan tüm milli güçlerin vatan savunması için aynı safta toplanması gerekmektedir.
Mehtap Kaynak
Yorumlar kapalı.