Bir ülkenin veya bir devletin açık ara en önemli ve en değerli varlığı; insan gücü, yani beşerî sermayesidir. OECD (Ekonomik Kalkınma ve İş Birliği Örgütü); beşerî sermayeyi kişisel ve sosyal gelişimi sağlayan ve ekonomik refahın arttırılmasını kolaylaştıran, beceri güç gibi işgücü tarafından sahip olunan yetenekler olarak tanımlıyor. Dağlık ve volkanik bir ada ülkesi olarak petrol ve doğal kaynaklar açısından çok fakir bir ülke durumunda olmasına rağmen Japonya, dünyanın üçüncü büyük ekonomisi. Bunun nedeni; Japonya’nın uzun soluklu olarak insana yatırım yapması ve bunun sonucunda elde ettiği beşerî sermayesidir. Japonya Başbakanı, 2020 Olimpiyatları’nın hangi şehre verileceğinin belirlendiği toplantıda, teknolojik olarak en üst düzeyde yapacağı spor tesislerini anlatırken; “bunlardan daha da önemlisi, biz insana yatırım yapıyoruz” demişti.
Nitelikli bir nüfusa sahip olmanın ne anlama geldiğini daha iyi anlayabileceğimiz başka güzel bir örnek de küçücük bir ülke olan Hollanda. Coğrafi alanı Türkiye’nin 19’da biri, yani yaklaşık Konya kadar olan ve 17 milyonluk nüfusa sahip olan Hollanda; tarımdan hayvancılığa, sanayiden sanata ve modaya kadar her konuda Türkiye’den daha fazla üretiyor ve tüm dünyaya satıyor. İşte bunu yapan; siyasetçisinden işçisine, köylüsüne ve sokaktaki insanına kadar, nitelikli insan gücüdür. Hollanda; dünyanın 17’nci büyük ekonomisi olarak, Türkiye’nin çok önünde!
Almanya Nasıl Ayağa Kalktı?
II. Dünya Savaşı (1939-1945) sonunda yenilen, müttefikler tarafından neredeyse tüm kentleri cezalandırma bombardımanına tabi tutulan, taş taş üstünde bırakılmayan, ABD, İngiltere, Fransa ve Sovyetler Birliği tarafından işgal edilerek ikiye bölünen Almanya; tekrar ayağa kalktı, kalkındı, birleşti ve dünyanın 4’üncü, Avrupa’nın ise 1’inci büyük ekonomisi oldu.
Yani Almanlar; sıfır haline gelen ülkelerini 30 yıl içinde ayağa kaldırdılar, bölünmüş ülkelerini 45 yıl içinde birleştirdiler ve 70 yıl içinde yine dev yaptılar. Bu mucizenin en önemli nedeni; nitelikli insan gücüydü. Evet, müttefikler Almanya bir daha belini doğrultamasın diye ülkenin tüm maddi varlıklarını ya yok etmişler ya da el koymuşlardı ama yok edemedikleri, savaştan sonra bile hala var olan çok önemli bir güçleri vardı. Bu güç; nitelikli insan gücü, yani beşerî sermayesiydi.
Atatürk Beşerî Sermaye İçin Neler Yaptı?
Atatürk, 100 yıl önce bile insana yatırım yapmanın geleceğe yatırım yapmak olduğunun farkındaydı. Bu nedenle Cumhuriyetin ilk yıllarında bile, bütçenin sınırlı imkanlarına rağmen, çağdaş eğitim ve öğretime önem ve öncelik verdi ve nitelikli insan yetiştirmek ve beşerî sermayemizi büyütmek için yurt dışına öğrenciler gönderdi. Atatürk, Avrupa’ya gidecek tüm öğrencilere tek tek telgraf çekti ve onlara adıyla hitap ettikten sonra; “Sizi birer kıvılcım olarak gönderiyorum, alevler olarak geri dönmelisiniz!” dedi. İşte, vizyon budur! Gerçekten de bu öğrenciler eğitimleri sonunda ateş olarak ülkelerine döndüler ve senelerce büyük katma değerler sağladılar. Ayrıca Türkiye, Hitler kontrolünde bulunan Almanya’dan ve Avrupa’dan kaçan Yahudi bilim insanlarına da kucak açtı.
Bugün ise Türkiye, tam tersi bir rotada ilerliyor. Eğitim ve öğretim sistemimiz her geçen gün daha da fazla geriye götürülüyor, üniversitelerimizin akademik anlamda içleri boşaltılıyor ve bilim yuvası olmaktan tamamen çıkartılıyor. “dindar ve kindar” nesil yetiştirme fikri Ortaçağ’ın aklıdır. Bizim; koşullandırılmayan, sorgulayan, diyalektik okuma ve düşünme yapabilen, pozitif bilimi yaşamın rehberi olarak gören ve sorun çözme yetenekleri gelişmiş nesillere ihtiyacımız var.
Beşerî Sermayemiz Niçin Kötüleşiyor?
Bugün Türkiye’nin beşerî sermayesinin yok oluyor olmasının ve hızla kötüleşmesinin başat nedenleri;
- Beşerî sermayemizi arttırmak için çağdaş ve bilimsel anlamda yeterince yatırım yapılmaması, aksine eğitim ve öğretim sisteminin her geçen gün daha fazla bilimsellikten uzaklaştırılması, İslamileştirilmesi, tarikat ve cemaatlerin etkinlik alanlarına bırakılması,
- Özgürlük alanlarının daraltılması, liyakat siteminin ortadan kaldırılması, hukuksuzluk, siyasi tercihleri nedeniyle nitelikli insanlarımızın kırdırılmaya çalışılması, “giderseniz gidin” yaklaşımı, istihdam alanlarının daraltılması ve partizanlık yüzünden oluşan yaygın umutsuzluk nedeniyle nitelikli insanlarımızın yurt dışına göçe ediyor olması,
- Başka coğrafyalardan, demografik ve kültürel yapımızı da hazla bozacak, değiştirecek ve tahrip edecek şekilde niteliksiz insanların ülkemize dolduruluyor olması.
İşte bu gibi nedenlerle ve hızla mesleksiz ve niteliksiz insanların çoğaldığı, yararsız kitlelerin arttığı, uluslararası hiçbir değeri olmayan insanların bolca olduğu, mucit çıkaramayan, sorunlarını çözemeyen, çözemediği sorunlar üzerinden dış güçler tarafından istismar edilen, sömürülen ve kullanılan, bir arada yaşamak için değerleri ve ilkeleri olan bir toplumdan değersiz bir yığın olmaya doğru evirilen, siyaset başta olmak üzere toplumun tüm alanlarında pozitif seçilimin değil kötülerin ve yararsızların egemen ve yönetici olabildiği, negatif seçilimi yaşayan bir ülke durumuna doğru yol alıyoruz.
Yetkin Aklı Niçin Üretemiyoruz?
Daha da kötüsü; bugüne kadar bu durumdan çıkabilecek yetkin aklı da üretemedik. Bu durumdan çıkabilecek aklı üretmek; her konuda cevapları çok ama soruları az olan siyasetçilerle ve toplumla olmaz. “Ben sorunun nasıl çözüleceğini biliyorum. Bana güvenin, oy verin ve peşimden gelin, gerisini merak etmeyin!” türü yaklaşımlar; çözümsüzlüğün ve daha da kötüye gidişin en büyük emaresidir. Bugünlere bu yüzden geldik. Her konuda hazır ve bilgiç cevaplar yaşamı kolaylaştırsa da aklı kullanma ihtiyacını azaltır ve konfor alanları yaratır ama sonunda hayal kırıklığına uğratır.
Amerikalı stratejist, jeopolitik kuramcı ve analist olan ve ABD askeri akademilerinde ders veren Thomas P.M. Barnett; dünyayı “Functioning Core” (işleyen ve fonksiyonel olan çekirdek) ve “Non-Integrating Gap” (entegre olmamış boşluk) olarak ikiye ayırıyor ve Türkiye’yi yararsız, entegre olmamış, katma değer üretemeyen bir coğrafya olarak sınıflandırıyor. Bu Amerikalıya, Türkiye hakkındaki bu değerlendirmesi için kızabilirsiniz. Ama Türkiye konusunda dünyada buna yakın değerlendirmeler o kadar çok ki!
Türkiye Mevcut Kafayla Bu Durumdan Kurtulabilir mi?
Bir düşünün; bugün Türkiye’nin dış borcu 677 milyar dolar (devlete ait borç 507 milyar dolar, özel sektörün borcu ise 170 milyar dolar) ve bu borç devamlı büyüyor. 22 yıldır her yıl bütçe açığı ve cari açık vermeye devam ediyoruz. Ürettiğimizden çok daha fazla tüketiyoruz. Paramız yok. Hazinenin kasasında bırakın döviz olmasını; emanetleri çıkarınca eksi 65 milyar dolar durumunda. Yani Demirel’in “70 sente muhtacız” dediği zaman dilimindeki durumumuzla kıyaslanamayacak kadar kötü durumdayız. Türkiye’nin hukuk, adalet, demokrasi ve özgürlük kriterleri çok kötü durumda olduğu için borç parayı ancak Londra ve Lüksemburg’da bulunan tefecilerden alıyoruz.
Mehmet Şimşek, buralara gidip geliyor. Çünkü normal bankalar ve kredi kuruluşları bizi riskli buluyorlar. Ortalama yüzde 11-12 faizle, tefecilere borçlanıyoruz. Dünya kredi faiz ortalaması ise 1,5 ila 2,5 arasında. Tefeci faizleriyle alınan kredilerle ekonomide katma değer yaratacak yatırımlar yapılamaz ve borç geri ödenemez. Borcu borçla ödeyerek, ekonomik varlıklarınızı satarak, daha fazla borçlanarak ve toplam borç stokunuzu daha da büyüterek ancak günü kurtarırsınız. Türkiye ne yazık ki bu borçları ödeyemez.
Allah Aşkına Tur mu Atladınız?
Gri Liste’den çıktık diye Mehmet Şimşek “başardık” şeklinde bir mesaj vermiş. Allah aşkına neyi başardınız? Avrupa Kupası’nda tur mu atladınız? Gri Liste’de olmak; bir sabıka kaydıdır. Çıkmış olmak, Türkiye’nin kara para konusunda sabıka kaydının silindiği anlamına gelmez. Sadece bu konuda kredi açtılar ve izleyecekler. Ayrıca; Gri Liste’den çıkmış olmak yetmez, Türkiye’nin geri ödenebilir ve katma değer yaratabilir kredi alabilmesi için riskli ülke durumundan da çıkması lazım. Yani demokrasi, insan hakları, özgürlükler ve hukukun üstünlüğü konularındaki kötü sicilinin düzeltilmesi lazım. Bununla birlikte, beşerî sermayemizdeki kötüye gidişin de durdurulması gerekiyor.
Sorunlarımız sadece bunlar da değil. Bugün Türkiye’de yatırım yapılamadığı, istihdam ve iş olanakları arttırılmadığı için artan niteliksiz ve mesleksiz nüfusumuz, siyasetin desteğiyle kamuya (devlet ve belediyeler), liyakat kriteri olmadan kapılanmaya çalışıyor. Ama halk her gün daha fazla fakirleşiyor ve sosyal yardıma daha fazla ihtiyaç duyar hale geliyor.
Problemi Çözmek İçin Önce Anlamak Lazım Değil mi?
Türkiye, kısır bir döngünün içine girmiş durumda. Bilindik ve klasik yöntemlerle bu kısır döngüden kurtulmak mümkün değil. “bize oy verirseniz ve iktidara gelirsek daha çok sosyal yardım yapacağız, bayramlarda daha çok para vereceğiz” diyen bir siyasi parti ve karşısına “onlar ne veriyorsa biz daha fazlasını vereceğiz” diyerek çıkan diğer siyasi partilerle bu iş olmaz. Halk fakirleşmeye devam eder, sosyal yardıma ihtiyaç duyan insan sayısı da hızla artmaya devam eder. Bu iş; deniz suyu içmek gibidir. Susuzluğunuz dinmez, deniz suyu içtikçe vücuda su vermemiş, ondan su almış olursunuz. Buna dehidrasyon, yani susuz kalma denir ve sonuç ölümdür.
Sonuç olarak; Türkiye’nin içinde bulunduğu durum sürdürülebilir değildir. Sorunlarını çözemeyen toplumlar çözülürler, dağılırlar ve ayıklanırlar. Bu kıymetli coğrafyada halen sahip olduğumuz kafayla ve zihin durumuyla varlığımızı sürdürebilmek mümkün değildir. Bu durumdan çıkabilmek için bugüne kadar üretemediğimiz yetkin bir akla ihtiyaç var. Problemi çözebilmek için önce onu anlamak lazım.
Beyaz Nokta Gelişim Vakfı’nı Tanıyor Musunuz?
Nobel ödüllü ünlü fizikçi Albert Einstein bir soru üzerine; “Dünyayı kurtarma görevini bana verseler ve bunun için 1 saatim olsa, 55 dakikasını anlamaya verirdim” diyor. Görülen o ki; bizi daha problemi anlamadan çözmeye çalışan siyasetçilerin siyasi ikbal mücadelesine tanık oluyoruz.
Bugün size vizyonu “sorun çözme kabiliyeti gelişmiş, sorunlarının çözümü için kurtarıcı beklemeyen toplum”, misyonu ise “sorun çözme kabiliyetini arttırabilecek, tekrarlanabilir projeler üretip uygulamak” olan ve yetkin akıl üretmek konusunda Türkiye’nin amiral gemisi durumundaki Beyaz Nokta Gelişim Vakfı’nın internet sitesini https://www.beyaznokta.org.tr/ incelemenizi ve takip etmenizi öneriyorum.
Türker Ertürk
Yorumlar kapalı.