Devlet’imin kurucusu, ebedî Başkomutan’ım, çağlar üstü Lider’im Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü sonsuzluğa yürüyüşünün 86. yılında saygı, minnet ve şükranla anıyorum. Ruhun sevinç bulsun aziz Atatürk.
10 Mayıs 1933… Gazi bir sohbettedir. Konu, Türk İstiklal Savaşı ve İnkılaplardır. Gazi bir ara şöyle der: “… İki Mustafa Kemal var: Biri ben, fert olan, fani olan Mustafa Kemal… İkinci Mustafa Kemal’den ise “Ben” diye bahsedemem. Ondan ancak “Biz” diye bahsedebilirim. O Mustafa Kemal, yani sizler, bu akşam etrafımda olanlar, memleketin her köşesinde çalışan köylüler, uyanık, aydın, vatansever, milliyetçi vatandaşlar… İşte ben onların hayalini tespit ediyorum, onların hayalini gerçekleştirmeye çalışıyorum. O Mustafa Kemal ölmez! O, Türk milletinin ihtiyaçları ile beraber, gitgide uyanan şuuru ile beraber, gelişe gelişe ebedi olarak yaşayacaktır. Bizde cumhuriyeti yapan, inkılabı yaratan o, “Biz” diye ifade edebileceğim Mustafa Kemal’dir.”
Fani Mustafa Kemal, 15 Ekim 1938’de, “Dün ve bugün olduğu gibi yarın da memleket ve millet için yegâne kudret, mutluluk ve refah kaynağı, İnkılap İlkeleri ve Cumhuriyet rejimidir.” sözleriyle milletini son kez uyarır ve ertesi gün ilk kez ağır komaya girer. 28 Ekim’de Sabiha Gökçen’e; “Beni Cumhuriyet Bayramı’nda halkımdan uzak tutan bu hastalığa lanet ediyorum.” diyerek üzüntüsünü ifade eden ulu Türk, ulu Kağan, 8 Kasım’da ikinci defa daha ağır bir komaya girer ve 10 Kasım 1938’de Dolmabahçe Sarayı’nda saat dokuzu beş geçe sonsuzluğa yürür…
21 Kasım’da, Türkiye Büyük Millet Meclisi önündeki katafalktan alınan tabutu, büyük bir törenle geçici kabir olarak ayrılan Etnografya Müzesi’ne getirilir. Atatürk’ün naaşı, on beş yıl sonra, 10 Kasım 1953 sabahında kurşun tabuttan çıkarılır, ceviz ağacından yapılan tabuta alınarak katafalka konur ve üzeri Türk Bayrağı ile örtülür. Atatürk’ün tabutu, saat 9.05’te Etnografya Müzesi’nden alınarak büyük bir törenle Anıtkabir’e nakledilir ve fâni vücudu vatan topraklarına verilir. Üçüncü Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın duygu yüklü konuşması radyodan yapılan naklen yayınla milyonlara ulaşır.
Şöyle demiştir Celal Bayar: “Atatürk! Sen, bizdendin! Seni Halife yapmak, Padişah yapmak isteyenler oldu. İltifat etmedin. Millî irade yolunu seçtin! Hayat ve şahsiyetini, milletin hizmetine vakfettin! Türkün gıpta ettiği, övündüğü vasıflara maliktin! Bütün meziyetlerinle Türk milletinin ta kendisisin! Şimdi seni, kurtardığın vatanın her köşesinden gönderilen mukaddes topraklara veriyoruz. Bil ki, hakiki yerin daima inandığın ve bağlandığın Türk Milleti’nin minnet dolu sinesidir! Nur içinde yat!”
Büyük Atatürk,
Sen; düşüncelerini, cesaret, kararlılık ve azimle eyleme döktüğünde, telgraf başında saatlerce kalarak bütün Anadolu’yu uyandırıp kucakladığında, düşman istediği yeri işgal edebiliyor, Padişah ve Hükûmetleri de olayları sadece izlemekle kalmıyor, düşmanla birleşerek Millî Mücadelenin önünü kesmek için her yolu deniyordu.
Sen, kendine ve Türk milletine güvendin, çok ağır şartlara rağmen mücadele ettin, savaştın, halkla birlikte yürüdün ve başardın. Ancak senden sonra, o Havza’da bahsettiğin “çukur” un etrafından hiçbir zaman tam anlamıyla ayrılamadık; çünkü senin İlke ve İnkılaplarını içselleştiremedik. Sağa saptık, sola saptık, olmadı; elimizde hayattan koparılan genç fidanların öyküleri dışında bir şey kalmadı.
Binbir zorlukla kurduğun Türkiye Cumhuriyeti Devleti, 2018’den beri “Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi” ile yönetiliyor. Ülkü, demokrasi, laiklik, hak, hukuk, adalet, emek ve eşitlik adına mücadele etmek için artık meydanlara inilemiyor. Sadece “birilerinin inancı” adına doldurulan o meydanlarda ise konuşanlar Sıtkı Hocalar değil, hezeyan kusanlar oluyor. Ülke siyaseti; kürsü konuşmaları, dost dayanışmaları, yabancıya el avuç açmalar ve nema zincirleriyle yürütülüyor! Dik duruş kavramı ise unutuldu.
Senin vatanseverliğin, her yerde ve her durumda ismen ve cismen varlığını hissettirmek, yol göstermek, milletine sahip çıkmak ve onu kollayıp korumak olmuştu. Bunu; katıldığın savaşlarda, araziye hâkim noktalarda saatlerce dimdik ayakta durarak söylediğin; “karşıdan gelmekte olduğunu gördüğüm asker önümden geçip emniyete girmedikçe, buradan ayrılmayı hiçbir zaman düşünemem,” benzer ifadelerinden de biliyoruz.
Günümüzde ise havalecilik, yönetenin de yönetilenin de tercihi oldu. Vatan için siyaset yapmayı düşünenler olur mu, Bandırma vapurunun taşıdığı “ideal ve iman” tekrar harekete geçer mi, bilemiyorum ama kadın-erkek milyonlarca Türk evladının, senin fikirlerini her anlamda hayata geçirmek için çabaladığını ve kurduğun Türkiye Cumhuriyeti ile özdeşleşen “ilelebet payidar kalacak” sözünü yaşatmakta kararlı olduğunu biliyorum.
Seni anmaktan, yolunda yürümekten, askerin olmaktan asla vazgeçmeyeceğim. Senin evladın olmanın gururunu ve onurunu hep yüreğimde taşıyacağım. “Ne mutlu Türküm diyene!”
Canan Murtezaoğlu