Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Newsweek’e verdiği röportajda, Eurofighter konusunda Almanya ve İngiltere ile olumlu gelişmeler olduğunu, F-16 konusunda ise ABD Başkanı Joe Biden’dan söz aldığını açıkladı. Erdoğan ayrıca ABD’yi İsrail’in suçlarına ortak olmakla suçladı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, ABD’nin başkenti Washington’da düzenlenen NATO Liderler Zirvesi’nde yaptığı konuşmada, Eurofighter konusunda Almanya ve İngiltere ile görüşmelerin olumlu ilerlediğini duyurdu. Erdoğan, Almanya’dan Eurofighter alımı hakkında Şansölye Olaf Scholz’un olumsuz bir yaklaşımda bulunmadığını belirterek, konuyla ilgili görüşmelerin devam ettiğini söyledi. Savunma bakanlarının yaptığı görüşmelerde de olumlu istikamette bir gelişim olduğunu söyleyen Tayyip Erdoğan, “Gerek Almanya gerek İngiltere tarafında bu tür olumlu gelişmeler var” dedi.
Erdoğan zirvenin ardından düzenlediği basın toplantısında, F-16 konusunda da ABD Başkanı Joe Biden’dan söz aldığını belirterek, “Sayın Biden ile tekrar konuştum, bakalım, eğer denildiği gibi olursa, ‘3-4 hafta içerisinde ben bu problemi çözeceğim’ dedi,” ifadelerini kullandı.
Geçtiğimiz kasım ayında Türkiye, 23 milyar dolar değerinde 40 adet Typhoon satın almak için İngiltere ve İspanya ile görüştüğünü ancak Almanya’nın bu fikre karşı çıktığını açıklamıştı. O dönemde bir Türk savunma bakanlığı kaynağı, Ankara’nın ABD’ye ilk olarak Ekim 2021’de yaptığı F-16 talebinin gerçekleşmeyebileceği ihtimali üzerine Eurofighter ile görüşmelerin başladığını söylemişti.
Ancak Ankara’nın İsveç’in NATO üyeliğini onaylaması sonrası Beyaz Saray yönetimi de Türkiye’ye F-16 satışını onaylamıştı.
Suriye
Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad ile görüşme konusuna da değinen Erdoğan, söz konusu görüşmenin Türkiye veya üçüncü bir ülkede olabileceğini belirtti. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ı konuyla ilgili görevlendirdiğinin altını çizen Erdoğan, “Bu dargınlığı, kırgınlığı aşmak suretiyle yeni bir süreci başlatalım istiyoruz,” dedi.
Gazze’de 40.000’i aşkın kişinin İsrail’in saldırıları neticesinde hayatını kaybettiğini belirten Erdoğan, “İsrail’in Filistin meselesine kalıcı çözüm getirmeden küresel barış ve istikrardan bahsedilemeyeceğinin altını çizdik,” ifadelerini kullandı.
Erdoğan, Newsweek dergisine verdiği mülakatta da İsrail ve Hamas arasındaki savaşa değinerek, ABD’yi ‘İsrail’in suç ortağı’ olmakla suçladı.
“ABD yönetimi insan hakları ihlallerini görmezden gelmekte ve İsrail’e en büyük desteği vermektedir. Bunu da bu ihlallerin suç ortağı olma pahasına yapmaktadır,” diyen Erdoğan, “İttifakımızın temel değerlerini ayaklar altına alan İsrail yönetiminin, NATO ile ortaklık ilişkisini sürdürmesi mümkün değildir. Filistin topraklarında kapsamlı ve sürdürülebilir barış tesis edilene kadar İsrail ile NATO nezdinde işbirliği yapılması yönündeki girişimler, Türkiye tarafından onaylanmayacaktır” dedi.
Haber: Newsweek
Newsweek’in bu grafiğinde, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan (önde solda), ABD Başkanı Joe Biden, bir NATO bayrağı ve Ukrayna ve İsrail tanklarıyla birlikte görülüyor.
Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, ABD Başkanı Joe Biden ve yönetimini, İsrail’in Gazze Şeridi’ndeki savaşında vahşete ortak olmakla suçladı ve ABD ile diğer NATO müttefiklerine yüklenerek Ukrayna’daki savaşın “ateşini körüklediklerini” söyledi.
Erdoğan , uluslararası düzen açısından kritik bir zamanda NATO zirvesine katılmak üzere Washington’a vardığında, Newsweek’in yazılı sorularını yanıtlarken, Biden yönetimine bugüne kadar çatışmalar konusunda yönelttiği en sert eleştirilerden bazılarını içeren açıklamalarını yaptı.
Resmen Türkiye olarak bilinen ulusu yirmi yıldan fazla bir süredir yöneten ve kurucu babası Mustafa Kemal Atatürk’ten bu yana en güçlü lideri olarak kabul edilen Erdoğan, diğer NATO liderleri arasında coğrafi ve jeopolitik olarak eşsiz bir konumdadır. Türkiye yalnızca ABD liderliğindeki ittifakın ikinci büyük ordusunu oluşturmakla kalmıyor, aynı zamanda Avrupa ve Asya’yı birbirine bağlayan ulus, Ukrayna ve Gazze’de şiddetlenen iki büyük çatışmanın ortasında buluyor kendini.
Ancak Biden yönetimi, Rusya’nın Ukrayna’daki yenilgisini sağlamak için NATO birliği ararken ve İsrail’in Hamas’a ve bölgedeki İran yanlısı güçlerden oluşan bir koalisyona yönelik saldırısını kararlı bir şekilde desteklerken, Erdoğan’ın farklı bir bakış açısı var. Batılı müttefikleri Ukrayna’daki savaş ateşini körüklemekle ve özellikle Biden’ı Gazze’deki insan hakları ihlallerine ortak olmakla suçluyor.
Özel yorumlar, Erdoğan’ın Doğu’daki yükselen bloklarla daha yakın ilişkiler kurarak Türkiye’nin uluslararası bağlarını çeşitlendirmeye giderek daha fazla yönelmesiyle birlikte geldi. Ve Türk lider Washington ile bağları daha da geliştirme taahhüdünü teyit ederken, Ankara’nın endişelerinin artık göz ardı edilemeyeceğini açıkça belirtti.
Newsweek: Şu anda Washington’dasınız ve ittifak için kritik bir zamanda, devam eden Rusya-Ukrayna savaşının geleceği konusunda ciddi sorular ortaya çıkarken bu NATO zirvesine katılıyorsunuz. İttifakın ikinci büyük askeri gücü ve Orta Doğu’daki tek üye olarak, Türkiye adına bugün mesajınız nedir?
Erdoğan: Türkiye, NATO’nun önemli bir üyesidir ve ittifakın operasyonlarına ve misyonlarına aktif olarak katkıda bulunmaktadır. Öncelikli hedeflerimiz NATO müttefiklerimizle dayanışmamızı güçlendirmek ve sağduyuyu kullanarak dünyanın ve bölgemizin karşı karşıya olduğu zorluklara sürdürülebilir çözümler bulmaktır. Değişen bir dünyada her geçen gün yeni sorunlar ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle NATO’nun hazırlıklı, kararlı ve güçlü olması gerektiğine inanıyoruz.
NATO toplantılarında sürekli vurguladığımız gibi, terörizm en kritik küresel sorunlardan biridir. Terör örgütleriyle ayrımcılık yapmadan mücadele etme misyonunu üstlenmiş ve bunu sahada aktif olarak göstermiş bir ülkeyiz. Müttefiklerimizden temel beklentimiz, onların da benzer bir terörle mücadele yaklaşımını benimsemeleridir.
Ne yazık ki müttefiklerimizden bugüne kadar beklediğimiz destek ve dayanışmayı göremedik. Türkiye’nin ulusal güvenliğine tehdit oluşturan terör örgütlerinin elebaşlarının meşru aktör olarak kabul edilmesi bu duruma tahammül edemeyiz ve ittifak ruhuyla da bağdaşmaz.
Bu ve benzeri güvenlik risklerine bütünsel bir yaklaşım sergiliyor, yalnızca kendi güvenliğimize değil, aynı zamanda müttefiklerimizin güvenliğine de hizmet eden sürdürülebilir çözümler sunuyoruz. Tek bir konuya yoğunlaşıp diğerlerini göz ardı etme hatasını yapmıyoruz. Bölgemizdeki ve dünyadaki sorunlara öznel ve kısa vadeli çıkarlara dayalı bir yaklaşım benimsemektense ilkeli bir yaklaşım benimsemenin daha iyi olacağına inanıyoruz.
Batılı NATO liderlerinin Rusya’nın Ukrayna’da yenilmesi gerektiğini savunmalarına ne ölçüde katılıyorsunuz ve NATO ile Rusya arasında doğrudan bir çatışma yaşanması olasılığından ne kadar endişe duyuyorsunuz?
En başından beri bu savaşa taraf olmayacağımızı ilan ettik. Bizim duruşumuz yalnızca barıştan yanadır. Çözüm daha fazla kan dökülmesi ve acı çekmek değil, diyalog yoluyla elde edilen kalıcı bir barıştır. Bu, Ukrayna için yarardan çok zarara yol açtı.
Buna karşılık, her iki savaşan tarafla da barışa daha yakın olma çabasıyla diyaloğa girdik. Tarafları Antalya ve İstanbul’da bir araya getirerek, sorunları çözmek için kritik bir diyalog yolunun kurulmasını kolaylaştırdık. Karadeniz tahıl girişimimiz ve oradan yaptığımız tahıl sevkiyatları, sadece ekonomik ve lojistik bir faaliyetten çok daha fazlasıydı. Bu savaşı yalnızca bir tarafın zaferi veya yenilgisiyle sınırlamanın çözüm olduğuna inanmıyoruz. Çözümün diyalog ve diplomaside yattığına inanıyoruz.
Kan dökmenin ve yerleşim yerlerini yok etmenin kalıcı barış getirmeyeceği açıktır. Öte yandan NATO ile Rusya arasında doğrudan bir çatışma ihtimali şüphesiz endişe vericidir. Bu sonuca yol açabilecek her türlü adımdan kasıtlı olarak kaçınılmalıdır. Konuya çözüm odaklı bir yaklaşımla ve temkinli yaklaşmanın uygun olduğu görüşündeyiz.
Suriye, Libya, Kafkasya bölgesi ve hatta bir dereceye kadar Ukrayna’da bile, bu çatışmaların karşı taraflarında olmanıza rağmen, Başkan Putin ile diplomasi yürütmeyi başardınız. Başkan Putin ile ilişkinizi nasıl tanımlarsınız ve bugün hala olumlu sonuçlar elde etmek için onunla ne ölçüde çalışabileceğinizi düşünüyorsunuz?
Bahsettiğiniz tüm bölgelerde ilkeli bir yaklaşım izliyoruz. Gizli gündemlerden ve duygusal reflekslerden gelen kodlarla değil, samimiyetle ve rasyonel yol haritalarıyla meselelere yaklaşıyoruz. Neyin doğru, neyin yanlış olduğunu haykırarak ilerliyoruz. Çin dükkanındaki boğa gibi davranarak bu kadar hassas süreçlerde ilerlemek imkansız.
Önyargılara saplanmış bir politika geliştirmiyoruz; aksine, sorunlara makullüğü ve çözümleri vurgulayan bir bakış açısıyla yaklaşıyoruz. Doğal olarak, Sayın Putin ile her konuda aynı fikirde değiliz. Ancak, konuları kendi aramızda tartışabiliyor ve bunları nasıl çözeceğimizin ayrıntılarına inebiliyoruz.
Peki Başkan Biden ile ilişkinizi nasıl tanımlarsınız? Son yıllarda ABD-Türkiye ilişkilerinde yaptırımlar ve Gülen hareketi ve insan hakları gibi çeşitli konulardaki farklı görüşler de dahil olmak üzere bazı gerginlikler yaşandı. Bağlar hangi yöne doğru ilerliyor?
Öncelikle ABD merkezli FETÖ elebaşının yönettiği yapı bir terör örgütüdür, masum bir hareket değildir. Tıpkı dünyanın çeşitli yerlerinde terör eylemleri gerçekleştiren DEAŞ gibi. Hem DEAŞ hem de FETO insanları öldürüyor. Hem DEAŞ hem de FETO insanların dini duygularını istismar ediyor. Hem DEAŞ hem de FETO faaliyet gösterdikleri ülkelere zarar vermeyi amaçlıyor. FETÖ faaliyet gösterdiği ülkelerin hükümetlerine sızmayı ve sistemi ele geçirmeyi amaçlıyor. Buna ABD de dahil.
Elle tutulur delillerle bu yapının tehlikelerini ABD başkanlarına anlattık. Ancak Sayın Biden ve ben bu konuda farklı görüşlere sahibiz.
Ayrıca, insan hakları konusunda farklı görüşlere sahibiz. İsrail’in masum insanları tedavi için gittikleri hastanelerde, ambulanslarda, pazar yerlerinde, insani yardım dağıtılan merkezlerde ve güvenli olarak tanımlanan alanlarda vahşice katletmesinin en büyük insan hakları ihlali olduğuna inanıyoruz. Ancak ABD yönetimi bu ihlalleri görmezden geliyor ve İsrail’e en fazla desteği sağlıyor. Bunu, bu ihlallere ortak olma pahasına yapıyorlar.
Terörle mücadele bir diğer endişe verici konudur. Biz bir NATO ülkesiyiz. Ulusal güvenliğimize yönelik tehdit, başta ABD olmak üzere tüm NATO ülkeleri için bir tehdittir. Aslında NATO’nun kurulmasından ve varlığını sürdürmesinden sorumlu olan anlaşmalar da bunu göstermektedir. Ancak ABD ve diğer bazı müttefiklerimizin güvenliğimizi tehdit eden terör örgütleri PKK/PYD/YPG ve FETÖ’ye verdiği destek, NATO’nun bu ilkeleriyle uyuşmamaktadır. Bu teröristlerin her platformda aldıkları silahlar ve destek konusunda endişemizi dile getirdik. Bu teröristlere karşı mücadelede müttefiklerimizin desteğini istiyoruz; ancak bunu tam olarak deneyimleyemiyoruz.
ABD ile anlaşamadığımız bazı konular var. Bazı konularda anlaşamıyoruz. Ancak bazı konularda anlaşabiliyoruz. Sonuçta iki müttefik ülkeyiz. Ülkelerimiz arasında hemfikir olduğumuz ve anlaşamadığımız konularda Sayın Biden ile bir ilişki geliştirdik. Sakin dönemler ile çalkantılı dönemler arasında gidip gelen bir ilişkiden bahsedebiliriz. Sayın Biden ile ilişkilerimizde her zaman samimiyeti koruduk ve dostluğumuzu geliştirmeye özen gösterdik. Türkiye ve ABD uzun bir ilişki geçmişine sahip iki müttefiktir. Köklü bağlarımız var ve bunları geliştirmeyi amaçlıyoruz.
Diplomatik girişimleriniz ve Türkiye’nin coğrafi ve jeopolitik gerçekleri göz önüne alındığında, NATO üyeleri arasında benzersiz bir konumdasınız. Türkiye’nin küresel ilişkilerini çeşitlendirmesinin önemini nasıl görüyorsunuz ve bu, Çin, Rusya ve yükselen Küresel Güney ülkeleri gibi Batı dışı güçlerle daha güçlü bağları ne ölçüde içeriyor? Örneğin Türkiye, BRICS veya Şanghay İşbirliği Örgütü’nün tam üyesi olmayı düşünüyor mu?
Tüm bu konulara Soğuk Savaş dönemi mantığıyla yaklaşmak yanlış olur. Artık Soğuk Savaş koşullarında yaşamıyoruz. Dünya çok değişti ve Türkiye bu değişimin farkında olan bir ülke. Diplomatik ilişkilerimizi “kazan-kazan” ilkesine dayandırıyoruz. İlişkide olduğumuz ülkelerin de kazanması gerektiği zihniyetiyle hareket ediyoruz. Hem Doğu’da hem de Batı’da yer alıyoruz. Biz sarsılmaz bir NATO müttefikiyiz.
Ancak bunun Çin ve Rusya gibi ülkelerle olumlu ilişkiler kurma yeteneğimizi engellediğine inanmıyoruz. Şanghay İşbirliği Örgütü’nün NATO’ya bir alternatif olduğunu da düşünmüyoruz. Benzer şekilde BRICS’i başka herhangi bir yapıya alternatif olarak görmüyoruz. Tüm bu yapıları ve ittifak zeminlerini farklı işlevleri olan oluşumlar olarak görüyoruz.
Bugün dünyada, savaşan devletler de dahil olmak üzere, birbirleriyle ilişkisi olmayan neredeyse hiçbir devlet yoktur. İlişkiler kurmak ve geliştirmek devletler için bir zorunluluktur. Tüm ulusların kendi sınırlarına hapsedildiği, keskin kutupların kurulduğu bir dünyanın nihai varış noktası hakkında bir açıklamaya gerek yoktur. Bu acı deneyimler, tarihteki iki dünya savaşını inceleyenler için açıktır.
Bu açıdan benzersiz bir konumdayız. Dahil olduğumuz tüm yapılarda güvenilir bir ortak olarak konumumuzu koruyor ve güçlendiriyoruz. Bu nedenle, bir NATO üyesi olarak, SCO, BRICS, Avrupa Birliği veya Türk Devletleri Örgütü’ndeki ülkelerle etkileşimde bulunmayı bir sorun olarak görmüyoruz. Hatta bu ilişkilerin dünya barışına katkıda bulunduğuna inanıyoruz.
Avrupa genelinde aşırı sağ siyasi güçlerin popülaritesinde artış ve demokrasinin aşınması konusunda artan endişeler gördük. Bu eğilimleri endişeyle mi görüyorsunuz yoksa bu ortaya çıkan siyasi unsurlarla çalışmada potansiyel fırsatlar mı var?
Yıllardır bu tehdidi savunuyorum, sadece belirli Avrupa seçim sonuçlarına yanıt olarak değil. Ne yazık ki bazı ülkelerde neredeyse tüm siyasi aktörler, popülizm kaygısıyla, seçim dönemlerinde aşırı sağın ırkçı, İslam karşıtı, yabancı karşıtı söylemleriyle oy kazanmaya çalıştı. Bunun örneklerini yıllar içinde gördük. Uyarılarımıza rağmen bu davranışı sürdürmekte ısrar ettiler.
O dönemde bu yanlış tutumlarla ekilen tohumların Avrupa’da artık büyümeye başladığını gözlemliyoruz. Bu tehlikeye rağmen bu tür açıklamalar yapan ve popülist davranışlar sergileyen bireyler hala var. Bu yaklaşımlar ülkelerin normlarını çarpıttı. İnsanlar bu yaklaşımın norm ve mantıklı olduğuna inanmaya başladı ve ırkçı söylemi yalnızca seçim dönemlerinde kullananlardan ziyade, bu söylemin gerçek mimarları olan bireyleri kayırmaya başladılar.
Bunun göçmen karşıtı veya ırkçı söylemlerle sınırlı kalmayacağına inanıyorum; aksine, Avrupa çok daha büyük bir tehdit ile karşı karşıya. Bu, Avrupa entegrasyonu kavramının zemin kaybettiğini ve Avrupa’nın yerleşik düzenine karşı çıkanların toplumda daha fazla destek kazandığını gösteriyor. Bunun nedeni, Avrupalı politikacıların çeşitli amaçlar için kendilerinin oluşturduğu değerleri ihlal etmeleri ve zorlamalarıdır. Bu, çifte standartlarla açılan kapıdan aşırı sağın ilerlemesine, çeşitli gerekçelerle insan hakları ihlallerini görmezden gelmesine yol açıyor. Bununla birlikte, ırkçılık, yabancı düşmanlığı ve İslamofobik yaklaşımlar asla haklı gösterilemez.
Türkiye’nin diğer birçok NATO üyesinden farklılaştığı bir dış politika konusu da Gazze’deki devam eden savaştır. İsrail’e karşı diplomatik eylemlerde bulundunuz ve Filistinlileri desteklemek için insani operasyonlar düzenlediniz ve İsrail’in saldırısına karşı olduğunuzu açıkça dile getirdiniz. Ancak savaş devam ederse, tırmanırsa, İsrail’e baskı yapmak için ne kadar ileri gitmeye isteklisiniz ve İran ve onun “Direniş Ekseni”ni içeren daha geniş bir bölgesel çatışma olasılığı konusunda endişeli misiniz?
İsrail ile Gazze arasında olan savaş değil. İsrail’in Gazze’ye yönelik insan haklarını ve uluslararası hukuku hiçe sayan saldırıları ve bunun sonucunda ortaya çıkan katliamlardır. Filistinliler Gazze’de sadece evlerini, sokaklarını ve vatanlarını savunuyorlar. İsrail, sivillerin günlerdir yaşadığı ve sığındığı Gazze’deki sivil altyapıyı kasıtlı olarak hedef alıyor. Biz buna ilk günden beri itiraz ediyoruz.
Ayrıca, İsrail’in Gazze’ye saldırıları 7 Ekim’de başlamadı. İsrail Gazze’ye yıllardır açık hava hapishanesi gibi davranıyor. Filistin topraklarındaki Filistinlilerin evlerini, işyerlerini ve tarım arazilerini, yerleşimci dedikleri hırsız teröristleri kullanarak gasp ediyorlar. Bir düşünün: Birisi bir İsrail askeriyle evinize geliyor, sizi dışarı atıyor ve evinizin artık onlara ait olduğunu söylüyor. Filistin’de olan budur.
Yıllardır İsrail, Filistin topraklarında sistematik devlet terörü uyguluyor. İsrail uluslararası hukuku ihlal ediyor. BM Güvenlik Konseyi’nin Gazze’de derhal ateşkes kararına ne oldu? İsrail bunu uygulamaktan bahsetmiyor bile. Bu noktada, uluslararası hukuku ihlal ettiği için İsrail’e kim ne tür bir yaptırım uygulayacak? Asıl soru bu ve kimse buna cevap vermiyor. Bu saldırıların derhal durmasını, İsrail’in Gazze’den çekilmesini ve Gazze’ye kesintisiz insani yardım ulaştırılmasını istiyoruz. Bölgede kalıcı barış için 1967 sınırlarına dayanan iki devletli çözümün uygulanmasını istiyoruz.
İsrail’in bölge ülkelerine, özellikle Lübnan’a yönelik tehditleri ve çatışmayı bölgeye yayma girişimleri durdurulmalıdır. Aksi takdirde bölgemiz daha derin çatışmalar ve hatta savaş riskiyle karşı karşıya kalacaktır.
Türkiye, Suriye’deki çatışmanın etkilerini sınırın hemen ötesinde hissetti. ABD’nin Kürt güçlerini destekleme stratejisine karşı çıktınız ve Başkan Esad ile Rusya ve İran’la diplomatik kanallar açarken rakip muhalif gruplara destek verdiniz. Bu çatışmanın çözümüne ilişkin vizyonunuz nedir ve buna ABD birliklerinin Suriye’den çekilmesi de dahil mi?
Biz Suriye’deki çatışmadan en çok etkilenen milletiz, komşumuz. ABD Suriye’deki Kürtleri değil teröristleri destekliyor. Suriye Kürtlerini destekleyen ve haklarını koruyan biziz. PKK/PYD/YPG terör örgütü, SDG kisvesi altında bölgede terör faaliyetleri yürütüyor. Özellikle Suriye Kürtlerine zulmediyor. ABD tarafından desteklenen bu teröristler, bölgedeki Kürtleri, Arapları ve Türkmenleri tehdit ediyor ve onları topraklarından sürüyor.
PKK/PYD/YPG terör örgütü, “DEAŞ ile mücadele” bahanesiyle verilen desteği, bize ve Suriye’ye saldırmak için kullanıyor. DEAŞ ile gerçekten mücadele eden biziz. DEAŞ ile yakın mücadele eden tek NATO müttefiki biziz. Suriye’de barış iklimi için çabalıyoruz. Tüm bu çatışmaların çözümü, Suriye’de toprak bütünlüğü temelinde yeni bir toplumsal birlikteliktir. Suriye’nin bölgesel ve küresel güçlerin kol güreşi yaptığı bir ülke değil, terörden tamamen arınmış ve Suriyeliler tarafından yönetilen müreffeh bir devlet olması temel arzumuzdur.
Mülteci akını ve hem IŞİD hem de Kürt isyancıların varlığı, Irak ve Suriye’deki huzursuzluğu yalnızca dış politika meselesi değil, aynı zamanda Türkiye için iç meseleler haline getirdi. Bölgedeki istikrarsızlığın toplumsal ve ulusal güvenlik etkilerini ele alma stratejiniz nedir ve NATO üyelerinin yeterli desteği sunduğunu düşünüyor musunuz?
Irak ve Suriye’de DEAŞ’la birlikte Kürt isyancılar değil teröristler var. Herhangi bir etnik veya dini grubu temsil etmiyorlar. Her iki terör örgütü de doğrudan terörizmi ve onun iğrenç amaçlarını temsil ediyor. Kürt nüfusuyla, ne Suriye’de ne de Irak’ta bir sorunumuz yok. Teröristlerle bir sorunumuz var ve teröristleri etkisiz hale getirerek bunu çözmeye yakınız.
Bölgemizde bir terör devleti yaratabileceklerini düşünenler için bu tam bir hayaldir ve asla gerçekleşmeyecektir. Günü geldiğinde Suriyeli misafirlerimiz savaşı geride bırakarak gönüllü olarak ülkelerine döneceklerdir. Bu dava uğruna mücadelemizi yoğunlaştıracağız.
Ne yazık ki, NATO müttefiklerimizden bazılarının işimizi daha da zorlaştıran, hatta destekleyici hale getiren yaklaşım ve eylemlerine tanık olduk. Hem sınırlarımızın içinde hem de dışında durumu kontrol altında tutmaya ve gerektiğinde ve gerektiği ölçüde müdahale ederek çözüm stratejimizi uygulamaya devam ediyoruz.
Erdoğan’ın ofisi, Washington’daki NATO zirvesinde Biden’ın fiziksel sağlığı ve zihinsel keskinliği hakkındaki görüşüne ilişkin bir takip sorusuna yanıt vermedi.
(Newsweek)
Yorumlar kapalı.