Mekkî surelerle ilgili vatandaş okumamızın on birincisindeyiz. “Dörtlüye yemin” başlıklı önceki yazımızı; bugün dünyayı, üzerlerine yemin edilen “incir, zeytin, Sina Dağı ve güvenli kent” dörtlüsü yönetiyor dersek çok da yanlış söylemiş olmayız, diyerek sonlandırmıştık. Kur’an’dan kaldığımız yerden devam edelim.
İbn Abbas-Kurayb rivayet zincirine göre yirmi yedinci sure Kureyş’tir. Surede geçen göksel kavramlar Rab ve O’dur. Hitap Muhammed peygamberedir. Bilindiği gibi, İbrahim peygamber Yahudilerin ve Arapların ortak atasıdır. Elmalılı Hamdi Yazır, surenin tefsirinde Muhammed Peygamberin soyunu şöyle verir: İbrahimî, İsmailî, Adnanî, Mudarî, Kinânî, Kureyşî, Haşimî. Durum böyledir ancak Kâbe’nin bekçisi yani Allah’ın Evi’nin (Beyt) anahtarının sahibi Kureyş, Muhammed peygamberin İslam’a davetine karşılık putperestlikte ısrarcıdır. Surenin iniş nedeni işte bu şirkte ısrardır; oysa Beyt’in Rabbi onlara her şeyi vermiştir. Surenin içeriğine göre Allah’ın Kureyş üzerinde sayısız nimeti vardır. O’na bu nedenle ibadet etmeseler bile hiç olmazsa yaz-kış yaptıkları güvenli seferler için kulluk etmelidirler.
Âlemlerin Rabbi olarak nitelenen mutlak kudret neden bir kabileye ayrıcalık tanıyarak onu vahyin konusu yapmaktadır? Amaç, daha önceki surelerde de yapıldığı gibi Muhammed peygamberin korunması, kollanması ve toplumdaki yerinin pekiştirilmesi midir? Çevre memleketlerin başkanları, Kureyş’in serbestçe yolculuk yapmasına, özellikle kışın Yemen’e, yazın da Şam’a güven içinde gitmelerine izin vermiş ve bu sayede Kureyş kabilesi geçimliğini, ticaretini diğer kabilelerden daha fazla sağlamıştır! Bu bağlamda, Kureyş’in İslam öncesi durumuna, Casim Avcı’nın “İslam-Bizans İlişkileri” adlı eserinden alıntılarla kısaca değinelim.
“İbni Kuteybe’nin rivayetine göre Hz. Peygamber’in dedelerinden Kusayy b. Kilâb, Mekke’de hakimiyet elde etmek için Bizans imparatorunun desteğini almıştır.” Kureyş kabilesi, “bazı devlet ve kabilelerle mal değişimine ve yol güvenliğinin sağlanmasına dayalı anlaşmalar yapmış ve bu konuda bazı imtiyazlar elde etmişlerdi. Hz. Peygamber 35 yaşında iken gerçekleşen Kâbe tamiriyle ilgili rivayetleri sıralarken Ezrakî’nin kullandığı bir ifade, Mekkeli tacirlerin Bizans topraklarına, Bizanslı tacirlerin de Mekke’ye gelmekte olduklarını göstermektedir. Kur’an’da aynı adı taşıyan müstakil bir surede Kureyş’in yaz ve kış mevsimlerinde emniyet içerisinde yaptıkları seyahat ve ticarî seferlere vurgu yapılmış olması dikkat çekicidir.” Kusayy’ın torunlarından Haşim b. Abdülmenaf da gerekli ticarî bağları kuracak, Kureyş’in yaz ve kış seferlerini başlatacaktır. Avcı, İbn İshak’tan alıntılarla şöyle devam eder:
“Peygamberliğinden önce Hz. Muhammed’in Bizans sınırları içerisinde bulunan Suriye’ye iki defa seyahat yaptığı ve her iki seferin ticarî amaçlı olduğu bilinmektedir. Birincisinde Hz. Muhammed henüz on yaşlarındaydı ve ticaret kervanıyla Suriye’ye gitmek isteyen amcası Ebu Talib’le birlikteydi. Kervan Busra’ya geldiğinde burada yaşamakta olan rahip Bahîra, kafileye ziyafet vererek Hz. Muhammed’e ilgi göstermiş ve güvenlik açısından bazı tehlikelere işaret edip Busra’dan geri dönmelerini tavsiye etmişti. Hz. Muhammed ikinci seyahatını ise 25 yaşlarında bulunduğu sırada, daha sonra kendisiyle yuva kuracağı Hz. Hatice’nin ticaret kervanını idare ederek yapmıştı. Bu sefer de Busra’ya kadar gelinmiş ve yine bir başka rahibin misafirperverliğine şahit olunmuştur.” (Casim Avcı; İslam-Bizans İlişkileri, s. 29-31)
Surenin 3-4. yani son iki ayeti; “Bu Beyt’in Rabbine kulluk etsinler. O, kendilerini açlıktan kurtararak beslemiştir ve her tehlikeye karşı onlara emniyet vermiştir.” şeklindedir. Rab bu ifadeyi daha önceki surelerde Muhammed peygamber için de kullanmış, ona sahip çıkarak teselli etmiştir. Örneklerden biri; “Seni öksüz bulup da barındırmadı mı? Seni şaşırmış bulup yol göstermedi mi? Seni fakir bulup zenginleştirmedi mi?” olarak Duha suresinde (6-8) diğeri de “Senin göğsüne genişlik vermedik mi? Belini büken ağırlığını indirmedik mi? Senin şanını yükseltmedik mi?” şeklinde İnşirah suresinde geçmektedir. (1-4)
Rab peygamberine ve onun soyundan olan bir kabileye ayrıcalık tanımaktadır ve bu ayrıcalık hem korunma sağlamakta hem de zenginlik getirmektedir. Göklerin bu yol ve yöntemi yüzyıllar boyunca devletleri yönetenler, hükûmet edenler ya da bağlı kurum ve kuruluşlar tarafından da aynen uygulanmıştır.
Bu durum sadece Kur’an’la kayıtlı değildir; kutsal kabul edilen diğer kitaplarda da onlarca örneği vardır. Her kitaptan birer örnek verelim. Zebur: “Ve ‘Ben kralımı Kutsal dağım Siyon’a oturttum’ diyor. / RAB’bin bildirisini ilan edeceğim: Bana, ‘Sen benim oğlumsun’ dedi, ‘Bugün ben sana baba oldum.’ / Dile benden, miras olarak sana ulusları, Mülk olarak yeryüzünün dört bucağını vereyim.” (2. Mezmur, 6-7-8) Tevrat: “İshak o ülkede ekin ekti ve o yıl ektiğinin yüz katını biçti. RAB onu kutsamıştı. / İshak bolluğa kavuştu. Varlığı gittikçe büyüyordu. Çok zengin oldu. / Sürülerle davar, sığır ve birçok uşak sahibi oldu. Filistliler onu kıskanmaya başladılar.” (Yaratılış, 26/12-14) İncil: “İsa vaftiz olur olmaz sudan çıktı. O anda gökler açıldı ve İsa, Tanrı’nın Ruhu’nun güvercin gibi inip üzerine konduğunu gördü. / Göklerden gelen bir ses, ‘Sevgili Oğlum budur, O’ndan hoşnudum’ dedi.” (Matta, 3/16-17)
Kutsal kabul edilen dört kitaptaki benzer ifadeler, bugün “nepotizm” olarak biliniyor. Nepotizm, “kayırmacılık veya akraba kayırma, öznel ve adil olmayan şekilde yapılan ayrımcılık” olarak tanımlanıyor. Halk arasında; iltimas, torpil, dayıcılık ve kohumbazlık olarak ifade edilen nepotizm ülkemiz yönetim sisteminde de alenen uygulanıyor. Örneğin; Kamu Personel Seçme Sınavında (KPSS) yüksek puan alan bir aday mülakatta elenebiliyor ve bunun onlarca örneğine şahit oluyoruz. İlahiyatçı biri dekan olarak hukuk fakültesinin başına gelebiliyor. “Okuma oranı arttıkça beni afakanlar basıyor. Ben her zaman cahil halkın ferasetine güveniyorum” açıklamasında bulunan Prof. ünvanlı biri YÖK Denetleme Kurulu üyeliğine atanabiliyor. Burada esas alınan liyakat değil elbette, “iktidara yakınlık” yani nepotizm dairesi içinde olmak!
Kutsal kabul edilen metinlerde Rab’bin kayırmacı bir düzen kurduğunu görmekteyiz. Rab’bin nepotizmi sadece elçiyi korumakla kalmıyor, yakınlarını da koruyor! Bu durumda nepotizm ilahî düzenin bir parçasıdır demek mümkün. Biz burada yine şu soruyu soralım:
Göklerdeki düzen mi yeryüzüne inmiştir yoksa yerdeki düzen mi iş ve oluşu göklere bağlamıştır?
Devam edecek…
Canan Murtezaoğlu