1. Haberler
  2. AK PARTİ
  3. Deprem Her Şeyi Değiştirecek, Siyaseti de…

Deprem Her Şeyi Değiştirecek, Siyaseti de…

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala
Örnek Resim

Gece yarısı otobüsle ilerliyorduk, sağımızda İskenderun Limanı, önümüzde karanlık, sağlı sollu depremin izlerini taşıyan binalar. Yol uzadıkça, Antakya’ya yaklaştıkça hasarlı binalar artacak, tam bir karanlığa gömülecek olan Hatay’ın merkezine ulaşacaktık. Gecenin sessizliğinde, yorgunluğunda ve tedirginliğinde, otobüsteki insanların yaralı ruhundan çıkan duman gibi, İskenderun’da bir noktadan dumanlar yükseliyordu gökyüzüne. “Limandaki yangın söndürülmüş olmalıydı, soğutma çalışması olmalı,” diye düşünüyorum. İlerleyen saatlerde, savaşın bile böyle vuramayacağı, tarumar edemeyeceği, incitemeyeceği bu tarihi şehrin merkezine varmış olacaktık.

Daha otobüse binmeden önce sohbet etmeye başladığımız gözlüklü, orta yaşlı bir adam, kızıyla ikinci kez bölgeye geldiğini, ilk hafta depremde Hatay’da olduğunu ve neredeyse hiç uyumadığını ve yardım için sağa sola koşturduğunu anlatıyordu. Gözlerindeki kızarıklıklar dikkatimi çekiyor. Otobüste bulunan kızıyla yardım amacıyla tekrar deprem bölgesine gidiyorlardı. Yanına gelen daha genç bir adam depremden ve şiddetinden bahsediyordu, arada gülümsedi, sonra toparlanarak “sakın güldüğümüzü düşünmeyin, bir bakmışız biz de böyle gazetelere çıkmışız” gibi bir şeyler söyledi, “ olur mu öyle şey, hepimiz aynı acıyı yaşıyoruz, konuşurken olur öyle,” dedik. İnsanlar gülümsemeye çekiniyorlardı, daha enkaz kalkmamıştı. Benzer bir konuşmayı, tesadüfen karşılaşıp Antakya’daki yıkımı bize gösteren gençlerden biriyle de yapmıştık; insanlar yaşadıkları travmayı anlatırken, yanlış anlaşılır diye gülümsemeye bile çekiniyorlardı. Şehir yıkılmıştı, altyapı çökmüştü, insanlar sağa sola koşturarak ellerinden geldiğince bir şeyler yapmaya çalışıyorlardı…

Bazı bölgelerde çadır kentler oluşturulmuş ve askerler güvenlik tedbirlerini almaya başlamıştı. Antakya’nın ara sokaklarında Orman Müdürlüğü’ne ait bir kamyonetle dolaşıp karanlığa gömülmüş şehirde fotoğraf ve video çekimi yapmak için dolaşıyorduk. Telefonlarımızın şarjları dayandığı, gecenin karanlığı elverdiği ölçüde devam edebilirdik. Bir çadır kente daha ulaştık, prefabrik yapıda bir aş evi oluşturulmuş, daha gün aydınlanmadan yiyecek bir şeyler hazırlamaya başlamışlardı. Gecenin  4’ü müydü, 5’i miydi tam hatırlamıyorum. Sıcak muhallebi çıkmıştı ve yer misiniz, diye sormuşlardı, utanarak aldığımızı hatırlıyorum. O saate kadar karanlığa gömülen şehirde, hiçbir şey yemek aklımıza da gelmemişti. Hava çok soğuktu, muhallebiyi yiyince ısındık. Muhallebinin ikincisini istemeye utanmıştım. Ardından şehri biraz daha dolaşıp Karlısu köyüne gitmeye karar verdik.

Hava soğuktu, “Bu soğukta tonlarca moloz yığını altında sağ kalan insan olamaz. İrili ufaklı dağılan taş, demir, kum, çimento ve evlerin içindeki eşyalarla harmanlanmış moloz yığınları, gri bir örtüye bürünerek altındaki insanların nefes almasını bile engellemiştir,” diye düşünüyorum. Ama kilometrelerce karelik bu koca şehirde, arama-kurtarma çalışması yapılan sınırlı sayıdaki binaların altından bile insanlar sağ olarak çıkarıldı. Bizim 9. günü gittiğimiz deprem bölgesindeki enkaz yığınlarının altından, 12. günde bile sağ olarak insanlar çıkarılmıştı. Hatta sonrasında evcil hayvanlar bile canlı olarak çıkarılmaya devam etmişti…

Korkunç görüntüler, videolar geliyor… Yıkılan 200 bini aşkın binanın altındaki insanlar parçalara ayrıldığı için “kayıp” olarak kayıtlara geçiyor, çünkü cenaze bulunamayınca resmi olarak öldüğü doğrulanamıyor. Ve artık insanların canlı olarak çıkarılması açısından umutlar tükendiği için, iş makineleriyle molozlar kaldırılıyor. Bedenleri parçalanmış insanlar çıkarıyorlar hurda yığınlarının arasından…

Türkiye’nin güneydoğusunda DEPREM, Siyasette DEPREM

Türkiye deprem felaketinin ardından ertelenemez bir seçime gidiyor. Depremin yol açtığı bu yıkımın müsebbibi olan iktidar, 2002 yılından beri tek başına ülkeyi yönetiyor. Dolayısıyla çıkardığı imar afları, denetimsizlik, müteahhitler sultası, devlet kurumlarının yetersizliği, yolsuzluklar, rüşvet, kayırma, hırsızlık, kentsel dönüşüm ve devlet organlarının sağlıklı çalıştırılamaması ve bunların neticesinde deprem bölgesinde şu ana kadar resmi olarak açıklanan 47 bin 975 can kaybının sorumlusu…

Çağdaş bir ülkede derhal istifa etmesi gereken iktidar ve başındaki muktedir, varlığını sürdürmeye çalışıyor, deprem bölgesindeki insanlara bağırıp çağırıyor, hakaretler ediyordu. Seçimi ertelemek üzere nabız yoklama girişimi başarılı olmadı. Kanuni yollar tıkanınca, başındaki “kralı” yeniden seçmek üzere yasal olmayan şekilde “erken seçim” ilan ettiler. Seçimden önce deprem bölgesinin yeniden imarını da iktidarın müteahhitler çetesine bahşettiler.

BASİRETSİZ MUHALEFET

Türkiye’nin tek sorunu ülkeyi yıkıma sürükleyen iktidar değil, aynı zamanda basiretsiz muhalefet…

Bir delinin kuyuya attığı taşı, 40 akıllı çıkaramıyor. Tek adam rejimi ülkeyi felakete sürüklerken, koltuk sevdalısı siyasetçiler de boş durmuyor, arka planda hesaplar yapılıyor.

Son bir haftada Türkiye Siyasetine Nasıl Operasyon Çekildi?

İktidarın en büyük alternatifi durumundaki Millet İttifakı (6’lı İttifak), birdenbire 1980 öncesindeki siyasi krizleri aratmayacak şekilde kendi içinde hararetlendi. İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener kazan kaldırdı, 6’lı Masa’yı dağıttı, sandalyenin birine tekme atıp gitti(!)

Görünürde bunun sebebi, halkın “belediye başkanı olması için oy verdikleri” İstanbul ve Ankara büyükşehir belediye başkanlarından birini aday yapmak istemesi ve elindeki anket sonuçları idi. Ancak aday göstermek istediği CHP’li belediye başkanları Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş’ın böyle bir talebi olmadığı gibi, kendi genel başkanları olan Kemal Kılıçdaroğlu’nun yanında yer aldılar. Hızını alamayan Meral Akşener, ertesi günü bir basın açıklaması yaparak belediye başkanlarını “vazifeye” çağırdı. Ancak bu çağrının ardından kendi partisine ait binlerce üye, E-Devlet üzerinden istifa etti. İYİ Parti’de birkaç gün içinde gerçekleşen binlerce istifanın ardından Meral Akşener 3 Mart’ta kalktığı masaya, 6 Mart’ta geri dönerek bu defa Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığını kabul etmek zorunda kaldı. Ancak küçük düşmemek adına, Kılıçdaroğlu’nun ileride her iki belediye başkanını “cumhurbaşkanı yardımcısı” olarak atayabileceğine dair bir mutabakat metni imzalanmasını sağlamış oldu. Yeni anlaşmaya göre, kendisi dahil diğer genel başkanlar da Kılıçdaroğlu’nun yardımcısı olacaklar. Yani 6’lı masa, 8’li masaya dönüşmüş oldu.

SORULAR

1.Siyasetçilerin algısı neden kapalı? Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş, “aday değiliz, partimizin iradesine bağlıyız” demelerine rağmen, iktidar tarafından haklarında yargı kararı veya yeni davaların açılması olasıyken bunda neden diretiliyor?

2.İYİ Parti’yle ilgili 5’li Müteahhit Çetesi ve FETÖ iddialarının aslı astarı nedir?

3.Türkiye Cumhuriyeti’nde “belediye başkanı olmaları için oy verilen” birkaç isimden başka “cumhurbaşkanı adayı” olacak nitelikte insanlar yok mu?

4.Meral Akşener ve Ümit Özdağ, Mansur Yavaş’ın onayı olmaksızın neden ısrarla, söz konusu belediye başkanını da zor durumda bırakacak açıklamalar yaptılar ve kendileri neden aday olmadılar? Şayet kendilerinin seçilemeyeceğini düşünüyorlarsa siyasette nasıl iddialı olabilirler?

5.Meral Akşener, 6’lı Masa’dan kalkıp nefret dolu bir suratla promter’da yazan metni okuduktan sonra, gece televizyonda izlediği ve “cumhurbaşkanı adayı” olmak istediğini söyleyen Ersan Şen’i telefonla arayarak “ciddiyseniz görüşelim,” demişti. Bu davranış normal mi?

6.Türkiye’de 6’lı Masa Krizi öncesinde birinci gündem maddesi DEPREM iken ve insanlar bir an önce seçim yoluyla, ülkeyi felakete sürükleyen iktidardan kurtulmak üzere bir muhalif anlayışa sahip olmuşken, iktidara yarayacak şekilde Akşener’in siyasi kriz yaratması kimin işine gelir?

7.Önce Mansur Yavaş’ı aday yapmak isteyen, aday olması için kapısına adam yığacağını, o da olmazsa Muharrem İnce’nin aday olmasını dile getiren Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ’ın bu davranışı üzerine Memleket Partisi Genel Başkanı Muharrem İnce, kendisinin “yedek” olmayacağını söyleyerek ittifak görüşmelerinden ayrılmıştı. Ümit Özdağ, yeni kurulacak olan ATA İttifakı’nda bu defa anlaşma masasına son anda “cumhurbaşkanı adayı” olarak Sinan Oğan’ı getirince, DOĞRU Parti Genel Başkanı Rifat Serdaroğlu masadan ayrıldı. Önce Muharrem İnce, sonra Rifat Serdaroğlu… Ümit Özdağ’ın birbirini takip eden benzer davranışları siyasi etik açısından normal mi?

Benim değerlendirmeme göre, Türkiye Cumhuriyeti’nin son Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet SEZER’dir. Gönlümde yatan cumhurbaşkanı adayı da bu çapta bir adaydır. Ancak muhalefetin başını çeken 6’lı İttifak, son bir yılını “altın günü görüşmeleri” yaparak geçirince adayın çıkarılıp hazırlanması konusunda geç kalındı ve ana muhalefet partisi CHP’nin genel başkanından başka seçenek kalmadı.

Deprem acısını derinden hisseden halkımız, raydan çıkan en ufak bir oluşuma müsaade etmemektedir. Bunu Meral Akşener’e gösterilen ve bir gecede siyasi hayattan silen sosyal reaksiyonda ve Yılmaz Özdil gibi ülkenin en çok okunan köşe yazarlarından birine gösterilen tepkide gördük.

Halkın reaksiyonunu ölçemeyen her insan, her siyasetçi bu tepkilerden nasibini alıyor. Çünkü depremden etkilenen milyonlarca insanımızın ve onların acısını kalbinde hissederek yardıma koşan insanlarımızın birinci önceliği, bu iktidardan kurtulmak olmuştur. Türk halkı gözünü karartmış, seçimi beklemektedir…

İçinden geçtiğimiz dönemi, Depremden Önce ve Depremden Sonra olarak ikiye ayırabiliriz. Binlerce insanımız öldü, binlercesi yaralandı. Kızılay denen yardım kuruluşunun çadırları parayla sattığı ortaya çıktı. Yaptıkları binaların malzemesinden çalarak insanların ölümüne yol açan yüzlerce müteahhit tutuklandı. Enkaz altında binlerce insanın cenazesi çıkarılmayı bekliyor.

Depremi yaşayan şehirler moloz yığınına dönüştü. İnsanlar, kuşlar, kediler, köpekler, ağaçlar, çiçekler dahil tüm canlılar zarar gördü. Tarihimizin bir kesiti yok oldu, tarihi eserler ve yaşayan şehirler karanlığa gömüldü. Yüzbinlerce insan çadırlarda veya sokaklarda yaşıyor; insanlar bir anda her şeyini kaybetti.

Yolda yürüyorum, aklımdan çıkmıyor. Nereye baksam moloz yığınlarını ve altındaki insanları düşünüyorum. Ya sıkışıp kalan ben olsaydım, ya saatlerce, günlerce sesimi duyan kimse olmasaydı? Ya sessiz, soğuk bir gecede, uykumun bir yarısında acılar içinde uyanıp karanlıklar içinde, gözlerimi, burnumu dolduran gri çimento tozlarına bulansaydım. Üstelik kollarım, bacaklarım kırılsaydı ve acılar içince dünyaya veda edeceğim zamanı bekleseydim…

Yaşama, elimden almadığı duygularım için minnettarım. Ya gözünü hırs bürüyen siyasetçilerden biri gibi anlamsız bir hayatım olsaydı…

 

Ayça Yılmaz

0
mutlu
Mutlu
0
_zg_n
Üzgün
0
sinirli
Sinirli
0
_a_rm_
Şaşırmış
Deprem Her Şeyi Değiştirecek, Siyaseti de…
Yorum Yap

Tamamen Ücretsiz Olarak Bültenimize Abone Olabilirsin

Yeni haberlerden haberdar olmak için fırsatı kaçırma ve ücretsiz e-posta aboneliğini hemen başlat.

Yorumlar kapalı.

Bizi Takip Edin