1. Haberler
  2. KÖŞE YAZISI
  3. Ağır Zamanlar

Ağır Zamanlar

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala
Örnek Resim

Fanusun içinde yıllar geçti; bir hata yaptığını söyledi ve kendini kilitledi…

Eskiden insanlarda utanma duygusu vardı, hatalı kişi utanır, görevinden istifa eder, inzivaya çekilirdi. Şimdiyse sakız gibi yalan çiğneniyor, hırsızlar sırıtarak ortalıkta geziyor, milletvekilleri kameralar önünde kavga eder gibi yaptıktan sonra sarmaş-dolaş sırıtırken yakalanıyor, halk maddi imkansızlıklarla savaşırken ihale kovalıyor, lüks içinde yaşıyorlar. Utanma, pişmanlık, özür dileme yok..

Ayrı dünyalar, ayrı yaşam sistemleri, ayrı zaman dilimleri…

Siyasetçilerin saçmalıklarını dinlemek yerine, çoğu zaman belgesel ya da güzel bir sinema filmi izlemeyi, kitap okumayı, müzik dinlemeyi tercih ediyorum. Yaşadığım şehir İstanbul’da insanların çıkardığı trafik, inşaat sesleri ya da boş konuşmaları duymamak için dinlemeye başladığım pek çok kategorideki müzik, beni inanılmaz bir dünyaya götürdü. Daha fazla odaklanma, daha güçlü hafıza ve daha bilimsel düşünme…

Zamanı, uzayı, tarihi sorguladım. Çok şeyi daha sağlıklı görebilmek ve uzayla kıyaslandığında mikroskobik ölçekte sayılabilecek insani ilişkileri çözebilmek için önce her şeye geniş yelpazeden bakmak gerektiğini öğrendim. Yani eğitim, sağlık, fırsat eşitliği, adalet, demokrasi, insan-hayvan-bitki hakları gibi büyük problemleri çözemezseniz, mikroskobik ölçekte sayılabilecek kişiler arası çatışmaları çözmek mümkün olmuyor. Örneğin, hata yapan ancak özür dileme kültürü edinmemiş insan modelleri, hata yapan ama özür dilemesini öğrenememiş siyasetçilere, gruplara ya da topluluklara dönüşebiliyor.

Ülkemizde, kalitesi düşen eğitimle artan insanın insanla çatışma örneklerini hepimiz deneyimliyoruz. Sosyal çatışmalarda, suç oranlarında, kadın cinayetlerinde artış var. Emperyalist Batının fırsatçılığı ile etnik ve dini/mezhepsel bölünme körükleniyor, terör örgütleri meşruiyet kazanıyor, suçlular cezasını çekmeden sokaklara karışıyor. Bu şartlar altında, olabildiğince insan kalmaya çalışıyoruz, ancak hiçbirimiz mükemmel değiliz.

Zaman kavramını öne almak, ne anlama geldiğini kavramak ve bu konuda düşünmek önemli; çünkü nasıl akıp gittiği bilinmiyor ve insanlar tarafından heba ediliyor.

Uzaydaki zaman kavramının Dünya gezegeninde hissettiğimiz ya da algıladığımız şekliyle var olmadığının bilimsel olarak ortaya konması her şeyi değiştiriyor. Yapılan deneylerde kütle, hız ve zaman kavramı arasında bir ilişki olduğu görülüyor.

Deneylerden bilimsel gerçeklere…

Fizikte ikiz paradoksu olarak adlandırılan düşünsel deneye göre uzaya gönderildiği varsayılan ikiz kardeşlerden biri, dünyada kalan kardeşine göre yaş ve vücut olarak daha genç olarak kalıyordu. Dünyadaki ikizinin daha hızlı yaşlanması, dünyadaki zamanın daha hızlı aktığı düşündürmektedir. Bu paradoks, uzaya gönderilen uydularda bulunan atomik saatlerin yapmış olduğu ölçümlerde doğrulanıyor. Albert Einstein 1905 yılında gerçekleştirdiği görelilik çalışmasında; birlikte senkronize edilen iki saatten biri diğerinden uzaklaştırılıp geri getirildiğinde, hareket ettirilen saatin sabit saate göre geri kalmıştır. Eistein bunun paradoks değil, özel görelilik kuralının bir sonucu olduğunu söylemiştir.

1905 yılında Einstein’ın bilim dünyasında yeni bir çağa adım atılmasını sağlayan dört makalesi: 1)Kuantum teorisinin temel fikirlerinden biri olan enerji kuantaları, 2)Sıvı içinde asılı duran küçük parçacıkların hareketini açıklayan Brown hareketi, 3)Zaman, mesafe, kütle ve enerjiyi birbirine bağlayan özel görelilik teorisi, 4)E=m.c2 denklemi

Bu bilgilere göre; zaman kavramının, bizim sandığımız şekliyle evrende olmadığını, yaşadığımız dünyanın fiziksel şartlarına göre şekillendiği ve dünyadaki insanların kendilerine ait bir zaman dokusunda yaşadığını söyleyebiliriz. E=m.c2 denklemine göre enerji, bir cismin kütle ve ışık hızının çarpımına eşittir.

Yıllar sonra nükleer füzyon üzerine çalışan teorik fizikçi Robert Openheimer, 1943’te New Mexico’daki Los Alabamos Laboratuvarı’nın direktörü oldu ve ilk nükleer bombaların üretildiği Manhattan Projesi’nde yer aldı. Japonya’dan önce ilk atom bombası, New Mexico yakınlarındaki bir çölde patlatıldı. Trinity Testi adı verilen bu denemede 40.000 fit yüksekliğinde bir mantar bulutu oluştuğu görüldü. Sonrasında Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan Little Boy (Küçük Çocuk) isimli uranyum tabanlı ve Fat Man (Şişman Adam) isimli plütonyum tabanlı bombalarla yüzbinlerce masum sivil insan öldü ve tabiat zehirlendi.

Bilim insanlarının, siyasetçileri müdahaleden muaf tutamadığı bu çalışmalar, sonradan duyulan pişmanlık ve utancı engelleyemedi. Openheimer, 1960’ta kendisiyle yapılan röportajda patlamadan sonra, Hindu Kutsal kitabı Bhagavad Gita’dan şu dizenin aklına geldiğini söyledi: “Şimdi ben ölüm oldum, dünyaların yok edicisi.”

Silahlar savaşları çoğaltıyor…

İnsan türü, henüz uzayda kendine rakip bulamadı ama dünyada kendi içindeki topluluklara düşmanlık üretecek şekilde evrimleşti. İnsanlar, nüfus arttıkça ve zeka düzeyi geliştikçe, başka hiçbir canlı türünde görülmeyecek şekilde hem birbirlerine hem de tabiata zarar vermeye başladılar. Ütopik hayallere, eldeki imkanlarla yavaş ilerleyen pahalı uzay çalışmalarına rağmen, daha yüzlerce yıl yaşamaya mahkum olduğumuz Dünya’nın -şayet yaşanır bir gezegen olarak kalabilirse- iklim dengesini bozduk ve yeraltı kaynaklarını hızla tüketmeye devam ediyoruz.

Evet, kendini kilitledi… Türkiye kilitlendi…

Şimdi dünya haritasını küçültelim ve tam merkezinde muazzam konumda bulunan ülkemiz Türkiye’ye bakalım. Ne muhteşem bir konum… Medeniyetlerin beşiği, geçit noktası, insanın insanla karışıp kaynaştığı bir yaşam alanı, binlerce yıllık kültür alışverişinin zengin örtüsü Anadolu, muazzam bir ekosistem… Adeta zaman kavramının ötesinde bir birliktelik…

Tam da emperyalizmin iştahını kabartacak türden… Yeraltı kaynaklarıyla enerji ve savaş baronlarının iştahını kabartan topraklardayız. Nadir elementlere de sıra gelecek…

Bağrından Yunus Emre’yi, Köroğlu’nu, Hacı Bektaş Veli’yi, Nesimi’yi, Aşık Veysel’i çıkarmış aşk ve isyan kokan topraklar… Her şeyin uçuruma sürüklendiği kör karanlıkta, bağrından Namık Kemal, Tevfik Fikret gibi cesur yürekleri çıkaran topraklar… Nihayetinde, bilim ve sanatı Türk toplumunun ilerleme hamlesinin temeline koyan büyük lider Mustafa Kemal Atatürk…

Bilim ve sanat beraberliği olmaksızın bir toplum ilerleyemez. Hurafeler ve insan zekasıyla alay eden tarikatlar, din simsarları, iki yüzlü zengin siyasetçiler, suç örgütleri, çok uluslu narko-terör örgütleri, çok uluslu enerji ve savaş tüccarlarının yerli işbirlikçileri, masum çoğunluğun ölüm reçetesidir. Türkiye, 2002’den bu yana tek başına iktidarı elinde bulunduran AKP döneminde bu olumsuzlukların hepsine sahip olmuştur. Bunun anlamı, ölümlerden ölüm beğenmektir…

Harika bir jeopolitik konumda olan Türkiye, son 23 yıl boyunca Atatürk ilkelerinden, değerlerinden sistematik olarak uzaklaştırılmasının acı sonuçlarını yaşıyor.

Peki bu noktaya nasıl gelindi?

Zaman diliminde biraz geri gitmemiz gerekiyor. Neleri çözemediğimiz, bu noktaya gelişimizin ve ortaya çıkan enerji birikmesinin sebebi sayılabilir.

T.B.M.M. Faili Meçhul Cinayetler Araştırma Komisyonu Raporu’na göre Uğur Mumcu suikastından önce telefonla yapılan ihbara rağmen, İslami Hareket Örgütü üyeleriyle ilgili gerekli işlemlerin yapılmamış olmadığı görülüyor… Bahriye Üçok’un bombalı paket saldırısıyla öldürüldükten sonra, vefatından önce aldığı tehdit telefonlarının tespiti… Çetin Emeç ve şoförünün bir otomobili gasp edenler tarafından öldürülmesi, Muammer Aksoy cinayeti vs. Bu cinayetler 1990’lı yıllarda arka arkaya yaşanan, ihbar ve tehditlere rağmen korunmayan aydın cinayetleridir. Bu dönem, arkası yeterince araştırılamamış, derinlere inilememiş, adeta Susurluk gibi bir finalle üstü kapatılmış bir muammadır. Kısmen, o da cesur gazeteci, yazar ve dönemin dürüst siyasetçilerinin emeğiyle kapı aralanabilmiştir.

Karanlıklar, daha karanlık dönemleri getirdi, çünkü suçun merkezindeki odaklara ulaşılamadı. Kurbanların aileleri için nereye kadar yükseleceği bilinmez bir duvar inşa edildi. Oysa bir tuğla çekilse, o duvar yıkılacaktı…

1978’de kurulan PKK terör örgütü, ilk sistematik saldırısını 1984’te Eruh’ta olmak üzere, Kürt köylerini basarak, bebekleri ve kadınları öldürerek, yani korku salarak gerçekleştirmiştir. Ardından Güneydoğu ağırlıklı terör eylemlerini şehirlere yaymıştır. Öğretmenleri, askerleri, sivilleri öldürmüştür. Kürtlerin özgürlük mücadelesini verdiğini iddia ediyorlar ancak önce onları öldürüyorlar. Hipnoza uğramışçasına 30-40 yıldır aynı cümleleri kullanan siyasi kanadı vasıtasıyla (DEM/HDP) Meclis’te milletvekili olarak bulunuyorlar, dağa kaçırıp beynini yıkadıkları teröristlerle de terör eylemlerime devam ediyorlar. Türkiye’de Türk-Kürt milyonlarca insan ise evlilik yoluyla birbirine karıştığı için Kürt siyaseti şeklinde lanse edilen etnik-bölücü siyasetin temeli yoktur; çünkü hem insanlar birbirine karışmış, hem 1923’ten sonra Cumhuriyet’le beraber yurttaş eşitliği sağlanmış ve seçme-seçilme hakkı getirilmiştir. Buna rağmen Türkiye’nin güneyindeki petrol zengini ülkelerle beraber, Türkiye de emperyalizmin hedefindedir ve terör örgütleri, başta ABD tarafından silahlandırılmaktadır.

2002’de gelen AKP iktidarıyla dinci/mezhepsel siyasetin devletin kurumlarına nüfuz etmesiyle tam bir çöküş başladı, tarikatlar devlet düzenini alt-üst etti. Hikayenin günümüze kadar olan kısmını Türkiye’nin ekonomik çöküş ve zihinsel parçalanmaya giden yoldaki adımlarını olarak canlı canlı yaşıyoruz.

Oysa 1923’te çağdaş, laik Türkiye’nin kurucu lideri ATATÜRK bizlere bilimi miras bırakmıştı, kadın-erkek eşitliğini, sanatı, felsefeyi, güzel tabiatı, borçsuz bir ülkeyi miras bırakmıştı…

Maalesef, artık zamanın o kesitinde değiliz.

Ancak; başaracağız…

Temeli güçlü atılan Türkiye Cumhuriyeti, Atatürk ilkelerinde kendini bulacak ve bu cehaletten, bu karanlıktan, bu sömürü düzeninden mutlaka kurtularak normal çizgisine dönecektir.

Ve Atatürk’ün dileği gerçek olacak, sonsuzlukta yol alacaktır: “Yurtta sulh, cihanda sulh”

Ayça Yılmaz

3
mutlu
Mutlu
0
_zg_n
Üzgün
0
sinirli
Sinirli
0
_a_rm_
Şaşırmış
Ağır Zamanlar
Yorum Yap

Tamamen Ücretsiz Olarak Bültenimize Abone Olabilirsin

Yeni haberlerden haberdar olmak için fırsatı kaçırma ve ücretsiz e-posta aboneliğini hemen başlat.
Bizi Takip Edin