Tatlısını görmedik zaten… Dörtte üçünün işsiz olduğu, çalışanların köle düzenine mahkum olduğu, emeklilerin gün yüzü görmediği bir topluma, daha acı ne sunulabilir?
Görünen köy kılavuz istemez. İstanbul sokaklarında yüzlerce insan yürüyor. Yüzlerce genç insan parasız ve amaçsız olarak yürüyor. Bedava olan havayı solumak dışında yapabildikleri fazla bir şey yok. Umut vaat eden söylemlerin yetersiz kaldığı karanlıklarda yürüyorlar. Ortadoğu bataklığından sıyrılamamış, 1923’te büyük ATATÜRK’ün kurduğu modern Cumhuriyet’ten sapmış, tarikatların cirit attığı, ekonomisi batağa girmiş bir ülkede “yaşıyormuş gibi” yapıyor insanlar. İşin aslı, delirmemek için gerçekten deli olmak lazım…
Her güne yeni bir felaket ya da gerginlik haberiyle uyanmak artık sıradanlaştı. Gündem bazen her hafta, bazen de birkaç günde bir değişiyor. Haksız bir şekilde halkımıza “balık hafızalı” deniyor; bu doğru değil. Çünkü ülkede neredeyse her gün yeni bir gerilim yaşanıyor. İnsanlar sosyal medyada bir önceki yıllara ait felaketleri ya da ölüm-anma haberlerini paylaşıyor. Dolayısıyla hiçbir şey unutulmuyor ama insanlar yorgun bir ruh haliyle sonraki günü karşılıyor. Günlerin bu kadar birbirine benzediği bir ülkede hiçbir kötü haber, diğerinin önüne geçemiyor. Dolayısıyla balık hafızalı değil, yorgun bir toplumuz sadece…
Son aylarda yaşadıklarımız mesela…
Ege Denizi Depremi, İzmir’de çok büyük bir yıkıma yol açtı. Depremden sonraki bir hafta içinde 3 yaşındaki çocuklar enkazdan çıkarıldı. Ekran başında çaresizlikten ağladık. 114 kişi öldü, 1035 kişi yaralandı. Türkiye’de milyonlarca insan, 21. yüzyılda “betonu elinizle bile ufalayacağınız kadar çürük evlerde” yaşıyor. Bu endişeyle ne zamana kadar yaşanırsa artık…
Suriye’de, Libya’da, Akdeniz’de yaşanan gerginlikler bitmeden Azerbaycan-Ermenistan (Dağlık Karabağ) arasındaki savaş patlak verdi. Ermenistan, Azerbaycan’daki sivilleri füze fırlatarak öldürdü. Dünya’daki “lobi faaliyetleri” çok kıymetli olduğundan, hiçbir Batılı devlet Azeri sivillerin katledilmesini kınamadı. Neyse ki Türkiye’nin yıllarca verdiği destek neticesinde bu defa kıyım durduruldu. Ermenistan’ın 1992’de Dağlık Karabağ’da bulunan Hocalı kasabasındaki Azeri sivillere uyguladığı soykırım neticesinde kaybedilen toprakların önemli bölümü geri alındı.
Tüm bunlar olurken, gözler ABD seçimlerine döndü… ABD başkanlık koltuğunda oturan Donald Trump isimli ırkçı, kadın düşmanı, tacizci beyaz adam, seçim yoluyla götürüldü. Amerikan sistemi bu defa, 2016 yılında imzalanan Paris İklim Anlaşması’ndan çıkarak Dünya’nın felaketine zemin hazırlayan bir deliyi durdurmayı başardı. Böylelikle sadece kendi ülkesi veya Türkiye için değil, yaşadığımız gezegenin tamamı için tehlike arz eden bir adam, peşine takılan cahiller ordusuyla beraber sistemin dışına itildi.
Türkiye’de umut veren bir döneme geçme şansımızın ne kadar olduğunu bilmiyoruz. 16 Nisan 2017 yılında yapılan referandumla Türkiye Cumhuriyeti’nde rejim değişikliğine gidildi. Başbakanlık makamı kalktı, sadece Cumhurbaşkanlığı makamı kaldı. Tayyip Erdoğan’a geniş yetkiler verildi. Tek adam oldu, her şeye hakim oldu. Türkiye’yi uçuracağını söyledi! Hem cumhurbaşkanı oldu, hem de 18 yıldır ülkeyi yöneten AKP’nin genel başkanı olarak kaldı.
Ancak ekonomide kötü gidişat durdurulamazken, üstüne bir de Covid-19 salgını ve yarattığı ekonomik enkaz bindi. Son 18 yılın özeti: Üretim ekonomisinin yerini beton ekonomisi aldı, Türkiye ithalata bağımlı hale geldi, Türkiye’nin Cumhuriyet’le kazanılan birikimleri özelleştirildi, satıldı. Sonuçta ülke ekonomisi üst üste yaşanan krizlere dayanamadı. Dolar ve Euro fırladı, Türk Lirası değer kaybetti. Erdoğan’ın damadı ve ekonomiden sorumlu devlet bakanı Berat Albayrak istifa etti. Ve Tayyip Erdoğan “gerekirse acı reçete uygularız” dedi.
Tatlı reçeteyi bilmeyen, acı reçetenin yıllardır uygulandığı bir topluma, daha kötüsünü hayal ettiremezsiniz zaten…