Deniz Yıldırım Cumhuriyet Gazetesindeki köşesinde korono virüsünün dünyada öne çıkardığı kamuculuk ile ilgili düşüncelerini dile getirdi. Önemli gördüğümüz ilgili yazının tamamını okuyucularımızla paylaşıyoruz.
Virüsle mücadele için bilim insanları tedavi arayışlarını, aşı geliştirme denemelerini sürdürürken, hekimler ve sağlık emekçileri canla başla çalışırken; bir yandan da insanlığın geleceği açısından mevcut ekonomik modeli sınıyoruz. Sonuç iç açıcı değil.
Tarihçi Hobsbawm, 20. yüzyılı neredeyse baştan sona kat eden yaşamını anlattığı anı kitabına “Tuhaf Zamanlar” adını vermişti. Biz de 21. yüzyılın tuhaf zamanlarının içinden geçiyoruz. Tuhaflıklar sadece yaşanan an açısından değil; iyice belirsiz hale gelen gelecekle de ilgili.
Tablo ortada: Virüs krizi, spekülasyona dayalı kumarhane kapitalizmini borsalarıyla vuruyor. Üretken sermayeyi ise başka boyutlarla. Bir yandan dünya artık bir küresel üretim, tedarik zincirine bağlı işliyor. Çin’deki üretim durdurma, Amerika’yı etkiliyor. Avrupa’da sınırların kapanması, dolaşımın durması Türkiye’deki üreticiyi zora sokuyor. Virüsün yayılımı bu tempoyla sürer ve tedbirler bu şekilde birkaç ay daha hayatı durdurursa, üretim, ihracat, ithalat ve tüketim zinciri açısından tüm dünyada kâr oranlarının düşeceği, hem de oldukça sert düşeceği, iflasların kapıda olacağı bir dönem kaçınılmaz. Dünya içe kapanıyor; pazarlar daralıyor. Virüse karşı insanlık olarak bir dayanışmacı model geliştiremezsek, savaşlar yoluyla rekabetin devletler arasında yeniden sertleşmesi, faşizmin daha da yükselmesi gibi tehlikeler kapıda. Yani, tuhaf zamanlar.
Kapitalizmin küresel üretim zinciri ve tüketim pazarı daralmıyor sadece. Krizdeki kapitalizm genelde çareyi faturayı işçiye çıkarmakta bulur. İşçi sayısını azaltır, ücretleri düşürür, iş yükünü artırır. Ancak tüketimin ve ticaretin durma noktasına gittiği bir ortamda; birçok ülkede sokağa çıkma yasağı tedbirleri uygulanmaya başlamışken, buradan bir kârlılık telafisi de yeterli gelmeyecektir. Toplumsal maliyetler daha da artabilir; işsizlik ve geçim sıkıntıları da.
Ne mi olacak? Sermaye her krizde olduğu gibi yine zararlarını kamulaştırması için devleti, yani hepimize ait kaynakların kullanımını göreve çağıracak. Böyle bir model zaten bizde uzun süredir işliyor. Hazine garantili ihalelerle serpilen, kamu kaynaklarıyla beslenen kesimlerle, buradan yeniden pay almak isteyenler arasındaki sermaye içi rekabetin daha da sertleşeceğini şimdiden öngörmek mümkün.
Zorunluluklar
Oysa bunlar, insanlığın bugün yüzleştiği sorunlar karşısında hepimizi kurtaracak çözümler değil. Sermaye, sınırsız kâr dürtüsü nedeniyle öncelikle kendisinin kurtuluşunu arar; ama bunu herkesin çıkarı gibi sunar. “Sermaye kamuculuğu” böyledir. Karşısına halkın çıkarına bir kamuculuk koymak için virüsün etkilerinin geçmesini beklemekse hata olur. Asıl şimdiden başka bir kamuculuk için harekete geçmek; devletin yönü için uygulanması gereken sosyal programları belirlemek, kaynakların halk için kullanılması yolunda mücadeleyi artırmak ve aşağıdan, mikro örneklerle sosyal dayanışmayı geliştirmek gerek. Halkçı ve kamucu çözümlerin kaynaşması, insanlık için hayatileşiyor.
Memleketin kaynaklarının yerinde, verimli ve halkın ihtiyaçları doğrultusunda seferber edilmesi için, sağlık başta olmak üzere yatırımların bu önceliğe göre geliştirilmesi için önümüzdeki süreçte daha fazla PLANLAMA demeliyiz.
Bireyi, özeli, birkaç kişi ya da aileyi değil; hepimizi ilgilendiren kararlar dönemindeyiz. Bir virüs insanlığı tehdit ediyor. Etkilenen milyonlar olarak karar süreçlerinden dışlanmadığımız bir devlet düzenine ihtiyacımız artıyor. Bütün yetkiyi talep edenler, en zor anlarda ortalıkta görünmüyor. Sorunları ise ekmeğinin, sağlığının peşindeki halk çoğunluğu yaşıyor. Şimdi daha fazla DEMOKRASİ demeliyiz.
Ülkemiz bu krize hazırlıksız yakalandı. Zaten işsizlik fazla, pahalılık aldı başını gidiyor. Şimdi ekonomik yaşam duruyor; esnaf kan ağlıyor, işçiler izne ya da işsizliğe zorlanıyor. Devletin tekil birkaç sermaye grubu için değil; halk için bir kurtarma paketi hazırlamasını, sırtımızdaki vergi yükünü düşürmesini; tarımda, hayvancılıkta ithalata bağımlı bir ekonomi modelinden uzaklaşarak yerli, halk sağlığına uygun, kooperatiflerle üreticiyi de tüketiciyi de koruyan bir üretim stratejisi geliştirmesini talep etmeliyiz. Daha fazla HALKÇILIK demeliyiz.
Eğitimi, sağlığı özelleştirme arayışlarına set çekmeliyiz. Daha fazla KAMUCULUK demeliyiz.
Korona biter, başkası gelir. İnsanlığı bekleyen tehlikeler küreselleşirken; kapitalizm ötesi yeni bir paradigma tartışmasını, virüsle mücadele, sağlığımızı koruma çabalarımızla eşzamanlı yükseltmekten başka yol görünmüyor.
Yorumlar kapalı.