‘Kapitülasyonlar bir devleti er geç yıkar. Osmanlı Devleti ile Hindistan, Türk ve İslam İmparatorlukları bunu en büyük kanıtıdır.’ (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri,Cilt:II.s.97)
(7 Şubat 1923)
Kapitülasyon, kendi ülkende yabancılarla yapılan teslim anlaşmalarıdır. ‘Avrupalı devletlerin kendi ülkeleri dışında sürekli ya da geçici olarak bulunan yurttaşlarının, ticaret ve gümrük konularında elde ettikleri kolaylıklar ve ayrıcalıklar düzeni’ olarak tanımlanabilir.1 (Hüseyin Pazarcı, Uluslararası Hukuk Dersleri. 1.Kitap, Ankara.1998.s,73.)
Emperyalist devletlerin elinde bir sömürü aracı olan bu ayrıcalıklar, Osmanlı Devletinin egemenlik haklarını felce uğratmış, idari, adli, ticari ve mali konularda elini kolunu bağlamıştır. Devlet o kadar aciz bir hale gelmiştir ki, 1770’de İngiliz Elçisi Sir James Porter, Osmanlı Devleti’nden artık daha fazla istenecek bir şey kalmadığını söylemiştir. Fransa Büyükelçisi ise 1788’de, Osmanlı Devleti’ nin bir Fransız kolonisi olduğunu iddia etmiştir. Devlet egemen bir devlet olma özelliğini kaybetmiş, ‘Hasta Adam’ nitelemesini hak eder duruma gelmiştir.
Tarih güncele ışık tutacak büyük derslerle doludur. Osmanlı Devletinin batılı devletlerle iyi ilişkiler kurmak için verdiği imtiyazlar, sanayiinin gelişmesini ve üretimi engellemiş, ülkenin borç batağına sürüklenmesine, açık ve engelsiz bir Pazar haline getirilerek ekonominin çökmesine ve memleketin Düyun-u Umumiye ile yönetilir hale gelmesine neden olmuştur.
Ali Naci Karacan Osmanlı Devletinin verdiği kapitülasyonlarla ilgili olarak şu değerlendirmeyi yapıyor: ‘Osmanlı’da yabancı para kazanır, vergi vermez, çalar, çırpar, iflas eder, hatta adam öldürür, fakat hiç bir yaptırımla karşılaşmazdı.’ (Ali Naci Karacan, Lozan; Lozan Barış Antlaşması metni,s.119)
Kapitülasyon esaretinden Lozan’da laik Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerini atarak kurtulduk. Lozan Konferansında, Batılı devletlerin, kapitülasyonların devam etmesi konusundaki ısrarları üzerine Atatürk, Türkiye Cumhuriyetinin egemen bir devlet olarak kapitülasyonlarla bütün bağlarını kopardığını, kapitülasyon uygulayan bir devletin egemen bir devlet sayılamayacağını şöyle ifade etmiştir, ‘Kapitülasyonların Konferans’ta birçok toplantıyı işgal etmesinin nedenini bir türlü anlayamıyoruz. Bu sorunun söz konusu edilmesi ve görüşülmesi bile ulusal onurumuza yöneltilmiş bir hakarettir. Kapitülasyonların Türk ulusu için ne derece nefret uyandıran bir şey olduğunu size tanıtmaya gücüm yetmez. Bunları başka ad ve biçimlerde gizleyerek bize kabul ettirmeyi başaracaklarını sanan ve hayal edenler, bu konuda pek çok aldanıyorlar. Çünkü Türkler, kapitülasyonların sürdürülmeleriyle kendilerinin pek az bir vakitte ölüme yöneleceklerini pek iyi anlamışlardır. Türkiye köle olarak mahvolmaktansa, son nefesine değin dövüşmeye, uğraşmaya and içmiştir.’(Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri,Cilt III.s.57)
GEÇMİŞİN HAYALETLERİ
Osmanlı Devleti’nin çöküş nedenlerinden biri olan, sona erdirilmesi için Lozan’da amansız bir mücadele verilen, bedelinin kan ve gözyaşıyla ödendiği imtiyazlar günümüzde başka isimlerle ve ittifaklarla hayat buluyor. Eşi görülmemiş bir pervasızlık ve akılsızlıkla kaynaklarımızın yabancı şirketler tarafından yağmalanmasının önünün açılmasına ve teşvik edilmesine tanıklık ediyoruz.
Rusya’ya 100 yıllığına tahsis edilen, üzerinde hiçbir söz hakkımızın bulunmadığı, 60 yılda kasasına 284 milyar dolar girmesini sağlayacak Akkuyu Nükleer Güç Santrali, Birleşik Arap Emirlikleri ile ‘Enerji ve Doğal Kaynaklar Alanında’ enerji kapitülasyonu olarak isimlendirilebilecek bir imtiyaz anlaşması, Sağlıkta Dönüşüm adı altında kamu ve özel sektör işbirliği modeli ile İngiliz finans, hukuk, danışmanlık ve medikal şirketlerin rehberliğinde, işletmesinin 25 yıllığına İngilizlere verildiği, kira ve hizmet ödemelerinin döviz olarak ödeneceği taahhüt edilen, İngiliz sermayesinin ihya edildiği şehir hastaneleri, ülkemizi bir ağ gibi sarmış, toprağımızı ve havamızı zehirleyen, başımıza siyanür yağdıran çok uluslu maden şirketleri, günümüz kapitülasyonlarına verilecek akla ilk gelen, içimizi en fazla acıtan örnekler.
Ülkemiz savaş kaybetmeden ve düşman orduları tarafından işgal edilmeden yeraltı ve yer üstü kaynaklarını kaybetmiştir. 2004 yılında AKP iktidarı tarafından Maden Kanunu’nda yapılan değişiklikler ile emperyalist devletlerin savaşarak ele geçiremedikleri madenler zahmetsizce elde geçirilmiştir. Ormanlar, ağaçlandırma alanları, milli parklar, meralar, sit alanları, kıyı alanları, su havzaları, turizm bölgeleri ve hatta askeri yasak bölgeler bile emperyalist hırsızların ve yerli işbirlikçilerinin vahşi iştahına sunulmuştur.
1924 yılında Köy Kanunu’nun 87. Maddesi ile köylerden toprak almaları yasaklanan yabancılar, AKP hükümetinin çıkardığı 2003 tarihli 4916 sayılı yasa ile istedikleri yerden toprak hatta köy alma hakkını kazanarak ihya edilmişlerdir. Bu yasa sayesinde kırsal alanlardaki maden yatakları yağmaya açılmış, ülkemizin her köşesi yabancı maden şirketleri tarafından parsellenmiş, geçmişin hayaletleri ete kemiğe bürünmüştür.
AKP iktidarının madenlerimizi koruyan 80 yıllık yasayı değiştirmesiyle sağlanan kolaylıklar nedeniyle yabancı şirketler maden ruhsatı almak için ülkemize akın etmiş, yeraltı zenginliklerimiz sadece yüzde 2 vergi karşılığında yabancı şirketlere sunulmuştur. Kaynaklarımız yabancıların tahakkümüne verilmiş, iktidarın onayıyla, ülke içinde sınırsız hak ve yetkilerle donatılmış, devlet içinde devlet kurulmuştur.
Ülkemizde 11 yabancı şirketin elinde 100 bin kilometrekare ruhsatlı maden sahası bulunmaktadır. Kamusal mal olan madenlerin sosyal refahı artırmak için kamu tarafından işletilmesi gerekirken, maden sahalarımız Türkiye’nin egemenliğinden çıkmıştır. Uyuşmazlıklarda yetki Türk Mahkemelerine ait değildir.
Kaybettiğimiz sadece egemenlik haklarımız ve değerli kaynakların el çabukluğu ile yurt dışına çıkarılması değil, geride bir enkaz bırakılarak ekosistemin tahrip edilmesi, tarımın ve ormanların yok edilmesi, siyanürle toprakların sonsuza kadar zehirlenmesi, vatan topraklarına saatli bir bombanın bırakılarak geleceğimizin çalınmasıdır.
Dağlar, ormanlar, su kaynakları, zeytinlikler, meralar, tarım arazileri hatta arkeolojik ve askeri alanlar yok sayılarak memleketimiz büyük bir maden sahası haline getirilmiştir. Toprağın altında ve üstünde para edecek ne varsa yabancı maden şirketlerinin emrine verilmiş, yabancı sermaye, sağlıktan, enerjiye her sektörde akılla ve ahlakla bağdaşmayan imtiyazlarla donatılmıştır.
Kapitülasyonlar yüz yıl sonra AKP iktidarıyla hayat bulmuş, ülkeyi cehenneme çevirmiştir. Kurtuluşumuz kaynaklarımızı hakça paylaşacağımız yeni bir devrim sürecindedir.
Mehtap Kaynak
Yorumlar kapalı.