1. Haberler
  2. Köşe Yazıları
  3. Mehmet AKKAYA yazdı: Gittiği her yere, kan ve gözyaşı götürdü

Mehmet AKKAYA yazdı: Gittiği her yere, kan ve gözyaşı götürdü

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala
Örnek Resim

Her ABD müdahalesi, ondan zarar gören ülkeleri hatırlatır. Suriye’ye saldırılarda da öyle oldu.

Bir kez daha anımsadık ki, ABD’den zarar görmeyen neredeyse kalmamış. Darbeler, işgaller, katliamlar, kafa kesmeleri, suikastlar, yağmalar…  Bazı ülkelerin acılarını tarife kelimeler yetmez.

Ekte bir liste bulacaktınız. 2017 yılına kadar ABD’nin işgal ve darbelerini hatırlatıyor.

Bu yazıda, sadece birkaçını ele alacağız.

VİETNAM

2. Dünya savaşının zarar görmemiş emperyalist ülkesi Amerika, yenilen emperyalistlerin boşalttığı bölgeleri sömürgeleştirmek amacıyla, savaş sonrası her yerde saldırıya geçer. Güneydoğu Asya’da Çin, Vietnam, Kamboçya, Laos, Tayland, Kore, Amerikan vahşetini yaşayanlardan bazılardır.

1945’lerde girdiği Vietnam da, 30 yıl boyunca bu vahşeti yaşar. 25o bini Vietnam askeri olmak üzere, 5 milyona yakın Vietnamlının ölümüne sebep olur. ABD’de  Vietnam’da 58 bin işgalci askerini kaybetmiştir.

Ülkeyi terk ettiği 1975’e kadar Vietman, Amerika’dan hemen her vahşeti yaşamıştır; Toplu işkenceler, canlı canlı yakmalar, biyolojik saldırılar,  napalm bombaları, köy baskınları, toplu cinayetler, yağmalar yağmalar…

Bunca vahşete rağmen diz çökmemiştir Vietmanlı. Tasını tarağını toplayıp işgal ettiği topraklardan çıkmak zorunda kaldır Amerika.  Ancak bu yenilgi, “Amerikan kibri” için büyük travmadır. Kabusları olur Vietman. O günden beri çevirdikleri hemen her filmde, Vietmam’ı şu ya da bu şekilde anmaya mecbur kalırlar.

GÜNEY KORE

Kore, ya da eski isimleriyle Goryeo ya da Joseon, komşusu Japonya’nın tarih boyunca defalarca saldırısını ve uzun süren işgallerini yaşar.

2. Dünya savaşı öncesinin 30 yılı, yine işgal yıllarıdır. Japonya savaşta yenilince ABD, dünyanın diğer yörelerinde olduğu gibi Japonya’nın boşalttığı bölgelere de saldırır. Doğu Asya’da Kore ve Çin de, ABD işgalini yaşayan eski Japon sömürgeleridir.

Sovyetler Birliği, ABD’nin sınırlarına dayanmasını önlemek amacıyla 1945 yılında Kore’nin kuzey bölgesinin ABD egemenline geçmesine engel olur. 1950-1953 arasındaki yıllar, Kore savaşı yılları olur.

 1.7 milyon askerle Kore’yi işgal eden ABD, Birleşmiş Milletlerin desteğini almakla kalmaz. 16 ülkenin daha askeri kuvvetleriyle savaşa katılmasını sağlar.

Kore halkına ise, Avrupa’nın neredeyse tamamını, Asya’nın yarısını işgal eden Hitler faşizmini püskürtürken 30 milyona yakın kayıp veren Sovyetler Birliği ve Japonya ile ABD’ye karşı uzun savaşlardan sonra daha yeni bağımsızlığını kazanan yoksul Çin Halk Cumhuriyeti destek vermektedir.

“ABD, 1 milyon 789 bin askerle Kore’dedir. İngiltere 56 bin askerle 2’nci, Kanada 26 bin 791 askerle 3’üncü sıradadır.  Türkiye ise toplamda 21 bin 212 askerle Amerika’nın işgalini desteklemiştir ve asker sayısı bakımından 4. sıradadır. Savaşın sonunda ölen asker sayısı 687.366’dır.”[1]

Sonuç olarak bugünden baktığımızda 74 yıldır ABD işgali altında olan Güney Kore’de, halen 30 bine yakın ABD askeri bulunmaktadır. Bu işgalci askerlerin masraflarını Güney Kore devleti karşılamaktadır.  

ABD’nin en büyük askeri üssü, yine Güney Kore’dedir. Pyeongtaek üssüdür.

3 Aralık 2024 tarihinde Güney Kore Cumhurbaşkanı’nın sıkıyönetim ilan etmesinin sebebi, ABD işgaline karşı “kısmen bağımsızlık” isteyen muhalefet partilerinin, seçimlerden kuvvetli çıkmalarıdır. “Kısmen bağımsızlık” olasılığı bile, ABD için darbe gerekçesi sayılabilmektedir.

Kore savaşı sonrası Güney Kore’ye daha da yerleşen ABD, ilk iş olarak o tarihe kadar kuzeyde bulunan Sun Myung Moon’u Güney Kore’ye getirtmek olmuştur. Moon’un CIA ile birlikte kurduğu tarikat, büyük kısmı Güney Kore’de olan 3 milyon mürit toplamıştır.

Amerika’nın Güney Kore’ye armağanı(!), sadece Kore halkını parçalamak, bir parçasını işgal altında tutmak değildir. İkinci büyük armağanı da CIA’nın örgütlediği bu tarikattır.

Bu satırları okuyanlar, Türkiye’de CIA eliyle örgütlenen FETÖ vb tarikatları anımsamıştır şüphesiz.

YUGOSLAVYA

Hırvat azınlığın çocuğudur Josip Broz Tito. 2. Dünya Savaşı’nda toplar her milletten ezilenleri, Yugoslav dağlarında kök söktürür işgalci Hitler faşizmine. “Partizan” şiirlerine, marşlarına konu olacak destanlar yaratılır.

Avrupa’nın ortasında emperyalizme meydan okuyan Yugoslavya, 1943 yılında krallığı devirerek Demokratik Federal Yugoslavya’yı, 1946’da da Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti kurar.

Ardından dünya mazlumlarına önderliğe soyunur Tito.

Hindistan lideri Pandit Cevahirlal Nehru, Endonezya lideri Achmed Sukarno, Mısır lideri Cemal Abdünnâsır, Gana lideri Kwame Nkrumah ile birlikte, NAT0 ve Varşova Paktı dışında kalan mazlum ülkeleri “Bağlantısızlar Hareketi” adıyla bir araya getirir. 1955’de “Bandung Konferansı” ile başlayan Bağlantısızlar Hareketi, siyası olarak etkisi zayıflasa da, halen 120 üye devlet ile dünya nüfusunun yarısından fazlasını kapsamaktadır

Avrupa’da sosyalizmin, dünyada mazlumların esen rüzgârında önemli katkıları olmaktadır Tito’nun.

SSCB dağılınca, Almanya ile birlik olan ABD,  sırtlanlar gibi saldırdılar Yugoslavya’ya. O yıllarda Tito da ölmüştür zaten. Paramparça ederler Yugoslavya’yı. Kardeşliğin güzelim ülkesinde, komşular birbirlerini boğazlar. Yugoslav sokaklarında yıllarca oluk gibi kan akar.

Parçalanan Yugoslavya’dan, Bosna-Hersek, Sırbistan, Hırvatistan, Kuzey Makedonya, Karadağ, Slovenya ve Kosova diye devletler kurdurulur. Bu kadarla da yetinmezler. Bosna-Hersek’i federasyon olarak kurarlar ve federasyonu 10 ayrı kantona ayırırlar.

Ülke diye parçalanan halkların ve kantonların sosyalizmle bağlarını koparmak, canının derdine düşürmek için de, kapitalist sistemi ve pıtrak gibi üreyen mafyaları yerleştirirler.

Bugün her parçasında eski Yugoslavlar, Tito günlerini, sosyalizmin kardeşlik günlerini mumla aamaktadır.

POLONYA

Polonya, yakın tarihimizin önemli ülkelerinden.

Hitler faşizmi 2. Dünya Savaşını, 1 Eylül 1939’de Polonya’yı işgal ederek başlatır. Sovyet ordularının Mayıs 1945’de Polonya’yı Nazi işgalinden kurtarması, savaşın sonlarına gelindiğini gösterir. Varşova Paktı, 1955 yılında Polonya’nın başkenti Varşova da kurulur.

ABD 2. Dünya Savaşından rakipsiz çıkınca, dünya imparatorluğunun taşlarını döşemeye koyulur;

1944’de Dünya Bankası ve IMF kurulur.

1945’de Birleşmiş Milletler oluşturulur.

1949’da NATO kurulur.

 Ekonomik, siyasi, kültürel ve askeri hegemonyası ile ABD, dünya jandarması olacaktır.

1955’te Bağlantısızlar Hareketini ve Varşova Paktını doğuran sebep de budur. Emperyalist egemenliğe direnme arayışları…

1990’larda Gorbaçov ve Yeltsin ile Sovyetler Birliği’nin dağıtılması, ABD ve NATO’nun Sovyetler Birliği’ne ve Varşova Paktına karşı büyük hamlesi idi. Ancak bununla yetinmek istemediler. Polonya’da da sosyalizmi yıkmak ve burayı Rusya’ya karşı savaş üssü haline getirmekti arzuları. Varşova Paktı’nın kurulduğu yer, Rusya’yı yok edecek savaş üssü olmalıydı.

Bu amaçla ilk iş, CIA’yı devreye sokarak Vatikan’da darbe yapmak olacaktır. 1978’de göreve başlayan Papa I. Ioannes Paulus, göreve geldiğinin üçüncü gününde öldürülür. 

Sonrasında, 455 yıllık Katolik tarihinde olmayan bir şey yapılır. İlk defa İtalyan olmayan biri, Polonyalı Karol Jozef Wojtyla, Papa olarak seçtirilir. Adını II. Ioannes Paulus diye değiştirilir. Koltuğunu ısıtmasına izin vermeden Polonya’ya mitinge gönderilir. Polonya halkına operasyon başlamıştır.

Ardından 1980’de Gdansk’da liman işçilerine “Dayanışma” adıyla örgüt kurdurulur. Başına Lech Valesa getirilir. Hem Vatikan’dan Papalığın ve hem de Polonya kiliselerinin açık desteği ile, eylemler, genel grevler örgütlenir. Her aşamayı CIA planlamaktadır.

Hükümet istekleri kabul eder, Dayanışma örgütü yasal sendika olur. 10 milyon üyeli sendikadır artık.  Sonra partiye dönüştürülür. Yapılan grevlerle Hükümet devrilir ve Valesa Cumhurbaşkanı yapılır. Valesa, AB ve NATO yanlısı açıklamalar yapar. “Yerimiz orası” der.

Bu dönemi anlatan CIA eski Başkanı Robert Gates, “Komünizme karşı Papa İkinci Jean Paul ile birlikte savaştık” demektedir.[2]

Polonya, 1999’da NATO’ya sokulur. Varşova Paktı’nın merkez ülkesi, artık ABD’nin zincire vurduğu ülkelerden biri olmuştur.

Hitler’in 6 milyon kişiyi öldürdüğü, insan yakan fırınları kurduğu Polonya, bugün de yönünü Rusya’ya çeviren NATO nükleer füzelerine ve sayısı 10.000’e varan ABD askerine ev sahipliği yapmaktadır. Emperyalizmin askeri işgali altındaki savaş üssü durumundadır.

Öte yandan Polonya, sosyalizmin nimetleri yıkılmış, eğitimli ve iş tecrübesi yüksek Polonyalıların, karın doyurmak için dünyaya dağıldığı ülke haline gelmiştir.

IRAK

Kuveyt, zengin petrol yatakları sebebiyle 1961’de İngiliz-ABD operasyonu ile Irak’tan koparılır.

1990’da Irak, Kuveyt’i anavatana katmak için hamle yapar, ancak başarılı olamaz.  

ABD, bu hamleyi gerekçe göstererek Irak’ı işgale hazırlanır. Irak’ın petrolleri ve kurmak istedikleri 2. İsrail devleti, iştahlarını kabartmaktadır.

2003 yılında Irak’ı işgal eder ABD, hükümet ve ordu lağvedilir.

ABD, Irak’ın işgaline 1 milyon Amerikalı götürmüştür. 1,5 milyon Iraklı öldürülür, 500 bin kadına tecavüz edilir. İşgalin yarattığı açlık ve kötü yaşam koşulları sebebiyle 500 bin dolayında çocuk ölür.[3]

Ancak 4 bin 400 Amerikalının ölmesi engellenemez. Hal böyle olunca ABD, daha sonra ağırlıklı olarak Suriye’de kullanacağı DEAŞ’ı (IŞİD) örgütler. Kafa kesmeleri, insan ve ev yakmaları ile halkta yılgınlık yaratması umulmaktadır bu ve benzeri örgütlerden. Pis işler için maşa olacaklardır.

İşgal günlerinde “Saddam gidiyor” diyen sevinen kimi Iraklı, ABD askerleriyle birlikte, önce Saddam’ın heykellerini yıkar, sonra uygarlık ve ulusal zenginlik namına inşa edilmiş ne varsa…

ABD ve DEAŞ, yükte hafif, pahada ağır ne varsa yağmalar. Irak’ın tarihini, sanatını, para eder her şeyini.

En çok para eden petroldür. Irak parçalanınca, Barzanistan diye bir bekçi dikilir petrol bölgesine, talan bugünlere kadar gelir.

Irak’tan geriye, parçalanmış bir ülke, etnik milliyetleri, dini ve mezhebi ile birbirine düşürülmüş bir halk, petrolü, altını ve tarihi yağmalanan bir harabe kalır.

Şimdilerde Iraklı, Saddam’ı mumla arıyor. Kopan bağları tamir için, yitirilen bağımsızlığı yeniden sağlamak için çırpınıyor.

LİBYA

Fransa ile bir olup, bombalar yağdırıyor Libya’ya ABD. Sonra işgal ediyor Libya’yı, Kaddafi’yi linç ettiriyor.

Arap Sosyalizmi’nin ideolojik önderlerindendir Muammer Ebu Minyar El-Kaddafi.  Sadece kuramını oluşturmamış, iktidarı döneminde fiilen uygulamıştır sosyalizme dair nüveleri.

Kaddafi, 1969’da Batı emperyalizminin adamı Senusi I. İdris’i devirerek gelir iktidara. Emperyalizme ilk darbesidir bu.

Süveyş Kanalı’nı millileştirerek İngiliz emperyalizminin elinden alan Mısır lideri Cemal Abdülnasır’ı örnek almaktadır.

Sosyalist topluma dair fikirlerini “Yeşil Kitap” adıyla yayınlar. 1973’de “Kitlelerin Devleti” teorisini geliştirir. Yöneticiler devlette sembolik olacaktır. “Doğrudan demokrasi” olacaktır. “Popüler devrim” başlatmıştır artık. Libya’nın her yerinde Temel Halk Kongreleri kurulur.

Arap coğrafyasında “Arap sosyalizmi” fırtınası esmektedir. Abdülnasır efsanedir. Bağlantısızlar Hareketi hazırlanmaktadır. Suriye, Mısır, Irak ve diğerlerinde, Baas partileri kurulur. Sosyalist fikirler gençlikte güçlü bir taban bulur.

Kaddafi de Libya’ya uyarlamıştır Arap sosyalizmini.

Emperyalizm için ikinci tehlike, işte bu rüzgârdır.

1974 Kıbrıs Çıkarması sırasında yoğun ABD ambargosu ile uçak lastiği ve benzin bulamadığımız günlerde, Türkiye’nin imdadına Kaddafi’nin Libyası yetişir. Çıkarmayı yapan kardeş Türkiye devletidir. Ve ABD ile İngiltere bu çıkarmaya şiddetle karşı çıkmaktadır. O halde tereddütsüz Türkiye’nin yanında olmak lazımdır. Böyle bakar olaya Kaddafi. Benzin verir, uçak lastiği verir, para desteği yapar Kaddafi Libya’sı.

Emperyalizm için bu da ayrı bir darbedir.

Cemal Abdülnasır’ın ölümü sonrasında Arapları Arap vatanseverliği çizgisinde emperyalizme karşı birleştirmeye çalışır Kaddafi. Mısır, Tunus ve Cezayir ile ayrı ayrı, devletleri birleştirme görüşmeleri yapılır.

Çok geçmez, yabancı petrol şirketlerini millileştirir. Libya’nın petrolü Libya’ya aittir. Petrol tekelleri ve emperyalistler için bu ölümcül darbedir artık.

Modernleşme ve sosyalizm adına da ciddi adımlar atar, halkçı uygulamalar yapar Kaddafi.

Modern hukuku İslam hukukuna uyarlar.

Sağlık, eğitim ve konuta, devlet bütçesinden ayrılan payı büyütür.

Halkıyla barışık iktidarı, sosyalizan uygulamaları, bağımsızlıkçı çizgisi ile Arap Baharının emperyalist rüzgârlarından etkilenmeyen ülkeler arasındadır Libya.

2011 yılında CIA ve Avrupa istihbarat örgütleri bütün güçleriyle saldırdılar Libya’ya. İçeride güdümlü protestolar örgütlenir, dışarıda NATO’nun savaş uçaklarıyla bombardıman yapılır…

Kaddafi’nin linç edilmesine kadar sürer bunlar.

Kaddafi ne yaptı?

20 Aralık 2021 tarihinde Star Gazetesi “Kaddafi Libya’ya ne yaptı, neden öldürüldü? 10 yıl önce neyin bedelini ödedi?” başlıklı bir haber yaptı. Haberin bir bölümü şöyle;

“Kaddafi, Afrika’nın en büyük petrol rezervlerine sahip ülkesini yönetiyordu. Libya’yı dünyanın en fakir ülkelerinden birinden zengin, kendi kendine yeterli bir devlete dönüştürdü.

42 yıllık iktidarı boyunca ülkenin okuryazarlık oranını %25’ten % 88’e çıkardı.

Libyalılar ücretsiz sağlık hizmeti, ücretsiz eğitim gibi hizmetlerle ülkedeki yaşam kalitesini yükseltti.

Elektrik ve gaz gibi temel ihtiyaçlar ucuzdu ve ülkeye güçlü bir sosyal güvenlik ağı ve refah programları uygulanıyordu.

Yüzde %90’ı çöl olan ülkede, tüm Libyalılara tüketim ve tarım için tatlı su sağlamaya çalıştı ve başarılı oldu. 1980’lerde dünyanın en büyük sulama projesi olan ‘Büyük İnsan Yapımı Nehir’i inşa etti. Dünyanın en büyük boru ağına sahip proje, Libya’daki tüm tatlı su ihtiyacının %70’ini sağladı. Kaddafi buna “Dünyanın Sekizinci Harikası” adını verdi. 25 milyar doları aşan maliyeti ile proje, yabancı bankalardan herhangi bir kredi alınmaksızın tamamen ülkenin kendi imkanlarıyla finanse ettiği bir projeydi. Libya çok zengin bir ülke olarak büyümüştü ve dış borcu yoktu.

NATO, Temmuz 2011’de açık bir şekilde savaş suçu işleyerek ‘Büyük İnsan Yapımı Nehir’i bombaladı…

Birleşmiş Milletler İnsani Gelişme Endeksi’ne göre 2010 yılında Libya, sağlık, eğitim gibi alanlarda Afrika’da birinci sırada; dünya genelinde 189 ülke arasında 53. sırada yer alıyordu.

NATO desteğiyle Kaddafi’nin devrilmesinden sonra Libya’da, söz konusu şeyler tamamen tarihe karıştı.

Sürekli elektrik kesintileri var, sağlık sistemi çöktü, altyapı yok edildi…

Müreffeh bir ülkeden köle pazarına…

Büyük altyapıya sahip gelişen bir ülkede altın ve petrol bolluğu yerine, Libya artık açık köle ticareti pazarlarına sahip. Kaçakçılar ve insan tacirleri, Avrupa’ya geçen göçmen ve mültecilerden yararlanarak, esaret altına aldıklarıyla köle ticareti yapıyor.

Rakip kabileler ve siyasi hizipler, petrol ve diğer değerli kaynaklar için, iktidarı kendileri için ele geçirmeye kararlı bir şekilde savaştı ve hırslarından vazgeçmiyorlar. Terör örgütleri ise, savaşın parçaladığı ülkede varlığını devam ettirip güçlenmek için çalışıyor.

Bir zamanlar müreffeh bir ülke olan Libya, teröristler, fırsatçılar ve hırsızlar için kullanıma açık bir ülke haline geldi. Son 10 yılda Libya’nın başına gelen de bu.

Kaddafi, Batı’nın sömürgeci çıkarları önünde bir engel teşkil ediyordu. En büyük ‘suç’u, tam bağımsız bir ülke talebiydi. Bu fikirler ABD ve Fransız hegemonyasını ve uluslararası bankacılık sistemini tehdit ediyordu.

2011’de Batı planlı olarak yok edene kadar Libya, gelişen bir ülkeydi, Afrika’nın en zengin ve en müreffeh ülkesiydi.

Batı emperyalizmi, tarafından çıkarlarına ters düştüğü için ‘diktatör’ ilan edildi. Kaddafi de, Batı emperyalizmine karşı çıkan her lider gibi, bunun bedelini ödedi.”[4]

SURİYE

Laiklik vardı Suriye’de. Esat Alevidir. Ancak dinci ve mezhepçi bir sistem değildir bu. Arap sosyalizminin Libya, Mısır, Irak ve Suriye’de estirdiği rüzgar egemendir. İktidarda Arap Sosyalist Baas Partisi vardır.

Doğal olarak da yönetim her mezhepten, her etnik gruptan oluşmaktadır. Hatta Sünni’ler ve azınlıklar ağırlıktadır. Kimse öbürüne yan gözle bakmaz.

2011’de işgal etti ABD. Canileri sürmüştü sahaya. Toplu kafalar kesiliyor, insanlar yakılıyordu. Dahası bu canilik videolarla propaganda malzemesi yapılmaktadır.

Sonra ABD, petrolünü yağmalama,  parçalamaya başlar Suriye’nin.

“Esat düştü” diye, bayram ediyor bazı Suriyeliler.

Çok geçmeden, Yugoslav, Irak, Libya, Polonya halkı gibi kan ağlayacak Suriye halkı da.


[1] Genelkurmay Harp Tarihi Başkanlığı yayınları, Kore Harbinde Türk Silahlı Kuvvetlerinin Muharebeleri (1950-1953)

[2] https://www.hurriyet.com.tr/gundem/papa-cia-nin-adami-miydi-4161682

[3] https://www.aa.com.tr/tr/dunya/abdnin-18-yil-once-demokrasi-ve-istikrar-vaadiyle-baslattigi-irak-isgalinden-geriye-yikim-kan-ve-kaos-kaldi/2181544

[4] https://www.star.com.tr/dunya/kaddafi-libyaya-ne-yapti-neden-olduruldu-10-yil-once-neyin-bedelini-odedi-haber-1661243/

Mehmet Akkaya

0
mutlu
Mutlu
0
_zg_n
Üzgün
0
sinirli
Sinirli
0
_a_rm_
Şaşırmış
Mehmet AKKAYA yazdı: Gittiği her yere, kan ve gözyaşı götürdü
Yorum Yap

Tamamen Ücretsiz Olarak Bültenimize Abone Olabilirsin

Yeni haberlerden haberdar olmak için fırsatı kaçırma ve ücretsiz e-posta aboneliğini hemen başlat.
Bizi Takip Edin