Nutuk okuyanlar şunu bilirler ki, her sayfası ayrıntılarla doludur. Neden?
Bir vatandaş okuması yaparak diyebiliriz ki, bunun tek nedeni var: Atatürk, Türk milletine ve özellikle de Türk gençliğine, Cumhuriyet’in hangi bedeller ödenerek kazanıldığını âdeta bir vasiyet olarak bırakmak istedi. Kim kimdir, ne yapmıştır, olaylar nasıl gelişmiştir, hepsi bilinsin istedi; hem hesap sordu hem hesap verdi.
“Yıkıcı ve hain” iç ayaklanmaları aktarmaya çalıştığım ilk yazımda; 23 Nisan 1920’de Ankara’da açılan Meclis’in, sadece altı gün sonra Hıyaneti Vataniye (vatan hainliği) Kanunu çıkardığını paylaşmıştım. Atatürk’ün Nutuk’ta “kudurmuşçasına saldırılar” diye nitelediği bu iç ayaklanmalar sürmektedir.
Bunlardan biri; Bolu, Düzce, Adapazarı ve İzmit dolaylarındaki ayaklanmadır. Üç ay boyunca devam eden ayaklanma Haziran 1920’de son bulsa da Temmuz sonunda tekrarlanır. Ancak ayaklananlar bozguna uğrar ve elebaşları Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kanunlarına göre cezalandırılır.
“Halifelik ordusunun, Bolu yakınlarında bulunan bölümü” de çökertilir. Burada Atatürk, Halifelik Ordusu’nun başındakileri ismen sayar ve sonlarının öbür başların sonuyla aynı olduğunu vurgular. Halifelik Ordusu İzmit’ten İstanbul’a kaçmak zorunda bırakılır.
Nutuk’tan devam edelim… Atatürk; “Efendiler, memleketin kuzeybatı bölgesinde asilerle uğraşırken, memleketin ortasında Yenihan, Yozgat ve Boğazlıyan dolaylarında da ayaklanmalar başlıyor. Bu ayaklanma olayları da anlatılmaya değer.” diyerek açıklamalarını sürdürür.
Tarih 14 Mayıs 1920’dir… Postacı Nâzım ve Çerkez Kara Mustafa adındaki kişiler yanlarındaki otuz-kırk kişi ile Yenihan’a bağlı Kaman köyünde ayaklanırlar. Bu ayaklanma “artan bir sertlikle” yayılır. “Bir gece Çamlıbel’de bulunan bir birliğimizi basarak tutsak ettiler.” der Atatürk. Mayıs sonunda da “Tokat yakınlarında yürüyüş halinde bulunan” bir tabur saldırıya uğrar ve asilerce tutsak edilir.
Ataklar hız kazanmıştır. Asiler 6/7 Haziran gecesi Zile’yi ele geçirirler. Zile kalesine çekilerek savunma yapan askerler ise erzak ve cephane bitince teslim olurlar. Haziran sonu gelmiştir. Asiler, Boğazlıyan’a baskın yaparlar. Amasya’da bulunan Beşinci Kafkas Tümeni, asiler üzerine gönderilir. Kılıç Ali Bey de Gaziantep bölgesinden çağırılır. Erzurum’dan Ankara’ya gelmekte olan bir Erzurum millî birliği ise asilerce alıkonulur. Asilerin “kovalanması ve yok edilmesi için” uğraşılmaktadır ve bu durum Temmuz ortalarına kadar sürer. Yenihan’da başlayan ayaklanma Orta Anadolu’nun öbür yerlerinde de kışkırtmalara neden olmuştur.
Atatürk şöyle der: “Çapanoğullarından Celâl, Edip, Salih, Halit Beyler; Aynacıoğulları ve Deli Ömer çeteleri gibi birtakım eşkıyayı başlarına toplayarak 13 Haziran’da Yozgat yakınlarında Köhne bucak merkezini ele geçirerek ayaklandılar ve 14 Haziran’da da Yozgat şehrini ele geçirerek büyük bir bölgeye egemen oldular. Merkezi Sivas’ta olan Üçüncü Kolordu kuvvetleri ve o bölgede bıraktığımız millî kuvvetler yetmedi. Eskişehir’den Etem Bey birliği ve Bolu dolaylarından İbrahim Bey birliği de Yozgat bölgesine gönderildi. Yozgat ve dolaylarındaki ayaklananlar yok edildikten sonra, oraya gönderilen birliklere, öbür bölgelerde görev verildi. Ama bu dolaylarda genellikle dinginlik oluşamadı.”
Tarih 7 Eylül 1920… Atatürk, kişi adı ve yer bildirerek hain ayaklanmaları anlatamaya devam eder. Küçük Ağa, Deli Hacı ve Aynacıoğulları Zile yakınlarında; Kara Nâzım, Çopur Yusuf adlı “birtakım serseriler/adamlar” da Erbaa yönünde yeniden ayaklanırlar. Bu ayaklanmalara karşı, “İkinci Gezginci Güçler” adını alan İbrahim Bey birliği, Eskişehir’den tekrar Yozgat’a gider. Ulusal birlikler ve jandarma kuvvetleriyle birleşen İbrahim Bey birliği; “Maden, Alaca, Karamağara, Mecidözü bölgelerinde, değişik gruplar halinde, karıştırıcılık ve soygunculuk yapan asileri kovaladı ve yok etti.” der Atatürk. Başarı elde edebilmek için üç ay gerekmiştir.
Güney bölgelerimizde de, “esaslı bir şekilde uğraştıran önemli ayaklanmalar” devam etmektedir. Atatürk yine ismen sürdürür açıklamalarını ve şöyle der: “Milli Aşireti başkanları Mahmut, İsmail, Halil, Bahur, Abdürrahman Beyler, güneyde düşmanlarla gizli ilişki ve bağlantı kurduktan sonra, Siirt’ten, Dersim dolaylarına kadar bütün aşiretlerin başkanı adını takınarak o bölgeye egemen ve baş olmaya kalkıştılar.”
O günkü ihanetin“iç ve dış güçleri”elle tutulur, gözle görülür gerçekliklerdir yani günümüz siyasetçilerinin kendi başarısızlıklarını örtbas etmek için dillerine doladıkları “iç ve dış güçler” le aynı değildir. Devam edelim…
Fransızlar Urfa’yı ikinci kez ele geçirmek için Haziran başlarında yürüyüşe geçerler. Millî Aşireti de Siverek yönünde ilerler. Bunlara karşı Beşinci Tümen görevlendirilir. Aşiret önce düşman bölgesine kaçar ancak hazırlanarak Ağustos sonunda “üç bin atlı ve develi ve bin kadar piyadeden oluşan bir kuvvetle” geri döner. Viranşehir yakınlarına geldiklerinde “aman dilemek için geldiklerini” söyleyerek komutanları aldatırlar. Viranşehir düşer, telgraf hatları kesilir. Ancak iki hafta sonra durum tersine dönecek ve kovalanan Millî Aşireti tekrar çöle kaçacaktır.
Bu olaylar sürüp giderken, “Afyon bölgesinde Çopur Musa adında bir adam da” millete askere gitmeme düşüncesini aşılamaktadır. Neticede Çopur Musa Çivril’i basacak ancak gönderilen kuvvetler karşısında kaçacak ve Yunan ordusuna katılacaktır.
Acaba Çopur Musa ve benzeri “adamlar”, bu yüzyılda hâlâ “keşke Yunan galip gelseydi” diyenlerin ve onların koruyuculuğuna soyunanların ataları mıdır diye sorarak, devam edelim.
“Çopur Musa olayından önce bir karışıklık çıkartma girişimi de Konya’da oldu.” der Atatürk; bu bir dernektir. Derneğin üyelerinin ileri gelenleri tutuklanmaya başlar. Tutuklanmakta olan kişiler halkı da kışkırtarak “silahlı bir toplantı” yapma girişiminde bulunurlar. Halktan bazıları da silahlı olarak dışarıdan gelir ve ayaklanma başlar. Nutuk’taki bu bölüm Atatürk’ün şu sözleriyle sonlanır: “Konya’da bulunan komutan, elindeki kuvvetlerle yürekli davranarak ayaklananları dağıtmayı ve önayak olanları tutuklamayı ve kovalamayı başardı.”
Kurtuluş ve Kuruluş’un şehitlerini rahmet, saygı ve minnetle anıyorum.
***
Ebediyete intikaline kadar fiilen son sözün sahibi olan çağlar üstü Lider, yüzyıl sonrası için de son söz sahibi olmalıdır. Neden?
Nedenini, 1937’de Romanya Dışişleri Bakanı Antonesco şerefine Ankara Palas’ta verilen ziyafette söylediklerinde bulabilirsiniz. Bu konuşmadan birkaç satırı paylaşarak yazımızı noktalayalım:
“Milletler gam ve keder bilmemelidir. Şeflerin vazifesi, hayatı neşe ve şevkle karşılamak hususunda milletlerine yol göstermektir. Bütün insanlığın varlığını kendi şahıslarında gören adamlar mutsuzdur. Besbelli ki, o adam birey sıfatı ile yok olacaktır. Herhangi bir şahsın yaşadıkça memnun ve mesut olması için lazım gelen şey, kendisi için değil, kendisinden sonra gelecekler için çalışmaktır. Hayatta tam zevk ve mutluluk ancak gelecek nesillerin şerefi, varlığı, mutluluğu için çalışmakta bulunabilir.”
Bu akıl, idrak ve şuur üçgeninden dilerim Türk milleti de insanlık da yararlanır! Ruhun şâd olsun Gazi Mustafa Kemal Atatürk…
Canan Murtezaoğlu
Yorumlar kapalı.