Gittiklerinde inşaat molozlarının arasında dolaşıyor olacağız. Artık yüzemediğimiz müsilaj kaplı denizlerimize bakacağız. Yirmi yıl önce dünyamıza bir göktaşı çarptığını ve o gün bu gündür her şeyin daha da kötüye gittiğini düşüneceğiz…
Kuzey ormanlarında milyonlarca ağacın havaalanı için kesildiğini, kuşların göç yollarının değiştiğini, İstanbul’un betona gömüldüğünü…
Derelerin HES’ler yüzünden kuruduğunu, tarımın darbe yediğini, samanın bile ithal edildiğini… Süt üreticilerinin zarar ettiği için besleyemediği ineklerini kesmek zorunda kaldığını düşüneceğiz…
Sokaklarda milyonlarca göçmen bırakacaklar, herkesin “Gitsinler!” diye çığlık attığı. Kimliklerini belki de uzun yıllar boyunca bulamayacak göçmen çocuklar bırakacaklar. Ve günün birinde büyüdüklerinde bu ülkede yaşadıklarının kitaplarını yazacak göçmen çocuklar ve o kitaplardan sinema filmleri yapılacak. Kendilerinin sorumlu olmadığı bir savaşın döküntüleri arasında, gri bir gökyüzü altında yaşadıklarını yazacaklar…
Bu ülkenin çocukları ve gençleri de onlardan farklı bir şey yazamayacak aslında; hatta fazlasını haykıracaklar… Borçlu olarak dünyaya geldikleri kendi vatanlarında, hayatları borç içinde yüzerek geçmiş anne-babaları gibi onları da benzer bir hayat bekliyor böyle giderse… Zira 20 yıldır ülkenin tepesine çökmüş bir iktidarın hoparlöründen hep aynı sesi duyarak büyüdüler. Hep aynı bağıran, çağıran, nefret dolu, kin dolu, korkunç ses…
Ne çocukların ne de gençlerin suçu… Ama elleri mühür tutan ve 20 yıldır bu karanlığı tepemize mühürleyenlerin suçudur bu tablo! Ve onlara soracak hesabımız vardır. Nasıl olur da 20 yıl yavaş yavaş tüm varlıklarımızı kemirdiklerini görmediler? Nasıl olur da 20 yıl boyunca din yoluyla sömürülmeyi içlerine sindirdiler? Nasıl olur da özgürlüklerin önce yavaşça, ardından hızlanarak ellerinden alınmasına razı geldiler? Nasıl olur da EKONOMİK DARBE kendilerini vuruncaya kadar beklediler? Ve nasıl olur da göz göre göre masum insanların KUMPAS davalarıyla hapislerde çürümesine müsaade ettiler?
Şimdi iskambil kağıdından yapılan evler gibi yıkılıyor sahte dünyaları. Sıra kendine gelinceye kadar sesini çıkarmayan kuru kalabalıkların ahını işitiyoruz her gün, “Seçim istiyoruz!” diye bağıran… Oysa ki “Ben çobanım” diye bağıran sese kulak asmamışlardı…
Milyonlarca gencin işsiz kaldığı, milyonlarca insanın da sosyal güvenliği olmadan köle gibi yaşadığı Türkiye’nin ekonomi dışında başka hayati sorunları da var; güvenlik sorunu var, tarikatlar sorunu var, çöken eğitim sistemi var, liyakatsiz yönetilen devlet kurumları var…
Aslında ucube cumhurbaşkanlığı sisteminden 2023 genel seçimi veya öncesinde hayal edilen bir erken seçimle kurtulsak bile, yeni gelen iktidar tam anlamıyla bir ENKAZ devralmış olacak. Çöken ekonomiden başlayarak her anlamda reform yapmak gerekecek.
En zoru da GÖÇMEN SORUNU olacak. Türkiye’de resmi olmayan rakamlara göre 9 milyon göçmen yaşıyor. Bu ülkeye göçmek onların değil, politikacıların suçu olmasına rağmen, elbette bu ülkenin insanları haklı olarak, sosyal yaşam ve ekonomik anlamda çok büyük sıkıntı yaşıyorlar. Ancak 2011’de başlayan Suriye krizinin ardından Türkiye ve Avrupa’ya yoğun bir göçmen akışı olmuş ve milyonlarcası Türkiye’de kalmıştır. Sadece Suriye’den değil Afrika ve Ortadoğu’dan da göçmenler gelmiştir ülkemize. Adaptasyon bir kenara yıllarca sokaklarda açlık yaşayan, merdiven altlarında köle gibi çalışan bu insanlar, bu yaşantının sonucu çeşitli suç örgütlerinin eline düşerek suçlara da bulaşmışlardır. Başlangıçta vicdanını ön planda tutan insanlarımız da artık isyan etme noktasına gelmişlerdir. Üstelik nüfus demografisi kimi bölgelerde hızla değişmektedir ki bu bir toplum açısından çok önemlidir. Zira tarih okuyanlar çok iyi bilir, Kavimler Göçü gibi büyük göçler, tarihin akışını değiştirmiştir. Artan göçmen nüfusunun ne kadarı adapte olacak, ne kadarı tarikatların ya da suç örgütlerinin eline düşecektir? Türkiye’de doğan her göçmen çocukta T.C. kimliği vardır, o takdirde bu insanlar aileleriyle beraber nasıl geri döneceklerdir? Bu konu çok ama çok zor olacaktır…
Evet, tepemize kara bulut gibi çöken iktidar gidicidir, ancak çok büyük bir ENKAZ bırakmaktadır. Bunu devralmaya aday olan siyasal partinin ya da partilerin çok deneyimli kadrolardan oluşması gerekmektedir. Herkes demagoji yapmayı bir kenara bırakıp işini yapmaya odaklanmalıdır.
Önümüzde çok uzun bir “enkaz kaldırma dönemi” olacaktır…
Ayça Yılmaz
Yorumlar kapalı.