Teknolojik ilerleme ve değişimin yaşandığı dünyada ulusal ve evrensel düzeyde, çoğulcu demokratik bir toplumun ülkemizin çağdaşlaşması yolunda geçerli bir seçenek olduğu kuşkusuzdur.
Sosyal Demokrat seçenek, Türk toplumunun kendine özgü koşullarında 1960’lı yılların ortalarından itibaren etkin çözümler üretebilmiş, önemli bir düşünsel dönüşümü de gerçekleştirmiştir. Bununla birlikte 1970’li yıllardan başlayarak halen etkisini sürdürmekte olan sosyoekonomik bunalımın ve askeri darbelerin olumsuz sonuçlarından kendisini soyutlayamamıştır.
Demokratik çoğulcu toplum
İkinci dünya savaşından sonra Batının önde gelen sosyal bilimcilerinin geliştirdiği çağdaş toplum kavramlarının temek açıklayıcı sentezi, çoğulcu demokratik toplum önerisidir. Bu toplum biçimini niteleyen temel özelliklere göre teknolojinin gelişmesi, toplumsal değişimin stratejik itici gücüdür. Geçen yüzyılda da sanayi devrimi eski tarımsal ve kurumsal yapılarını yerle bir etmiştir. Teknolojinin gelişmesi zaman içinde gittikçe artan ölçülerde nitelikli işgücü talebi yaratmıştır.
Bu değişiklik, işgücünün organik bileşimini ve toplumun sınıfsal yapısını da etkilemiştir. Niteliksiz işgücünden oluşan geniş tabanlı eski toplumsal piramit ortalarda şişmeye başlayarak bir eşkenar dörtgen biçimine dönüşmüştür. Demokrasi-sanayi bakımdan gelişmiş ileri Batı ülkelerinde işçi sınıfının göreceli büyüklüğünün azalmaya başlaması, toplumda orta sınıfın ağırlığını artırmaya başlamıştır. Ayrıca gittikçe artan mesleksel uzmanlaşma işçi sınıfını parçalamış, yeni bir toplum mozaiğinin oluşmasına katkıda bulunmuştur.
Çatışma ve Uzlaşma
Çoğulcu demokratik toplumda, işverenlerle işçiler ve toplumun diğer çalışan kesimlerinin kendi aralarında çıkar çatışmalarının varlığı doğal kabul edilir. Fakat Demokratik toplum bu çıkar çatışmalarını uzlaştırıcı kurumlar da geliştirmiştir.
Çoğulcu demokrasilerde siyasi, ekonomik ve kültürel alanlarda, çalışma yaşamında müzakereyi sağlayan kurumsallaşmış bir alan bulunmaktadır. Yeni kurumların ortaya çıkışı, çalışma hayatının kendi bünyesindeki iç çatışmalarla öteki siyasal nitelikteki çatışmaların ayırt edilebilmesini sağlamıştır.
Sosyal demokrasi nedir?
“Çağdaş “sosyal demokrasi”, başarıyla uygulandığı bazı demokratik Batı ülkelerinde, kendi sözcük anlamını aşarak, demokrasiyi tüm aşamaları ve boyutları ile içerir. Bu ülkelerde, “sosyal demokrasi” kavramı, siyasal, sosyal, ekonomik ve kültürel demokrasiyi bir bütün olarak kapsamaktadır. Liberal demokrasiye daha çok gerçeklik kazandırarak onu aşmaktadır.”[1]
Dayanışma temelli, esnek ve istikrarlı toplum
Çoğulcu Demokratik toplum bu nedenle istikrarlı, temel dönüşümler gerektirmeyen değişiklikler karşısında esnek yapılıdır. Bu modelde belirleyici unsur, emeğiyle geçinen, işçilerin ve tüm çalışanların toplum içinde özgün yerlerinin belirlenmesi ve birbirini tamamlayan toplumsal mozaik içinde özümlenmesinin sağlanmasıdır. Bu çerçeve içinde sendikacılık, yaygın kooperatifçilik, her türlü toplumsal örgütlenme ve çalışma hayatının diğer kurumları demokratik gelişme süresi içinde giderek önemlerini arttıracaklardır. Siyasi ve ekonomik gücün akılcı bir dağılımı ve çatışmaların çözümünde iyi işleyen kurumlara dayalı bu istikrarlı nitelik, çoğulcu demokratik toplumu ideal toplum modeli olarak belirlemektedir. Böyle toplumlarda iç barış ve huzur, hakları ve özgürlükleri kısma gereği duymaksızın sağlanabilmektedir.
Çoğulcu demokratik toplum modelinin başlangıçtaki değişim motoru ve itici gücü bilim ve teknolojidir. Daha çağdaş görüşler ise başlamakta ve toplumsal değişmeyi, insanların karşılaştıkları çetrefil sorunların çözümünü, onların bilinçli çabalarına bağlamaktadır. Böylece insana verilen değer, maddesel büyüme ve mekanik değişime verilen önemin önüne geçmektedir.
Çağlar boyunca insanlığın temel sorunlarının başında, mal ve hizmet üretmek için örgütlenmek gelmiştir. İnsanların birbirleriyle üretim ilişkileri ve üretimde işbirliği, çevrelerinde egemen olan bazı koşulların etkisi altındadır. Bu unsurların bir kısmı -iklim, toprağın bolluğu ve kalitesi örneğin- veridir. Bir kısmı ise -teknoloji, diğer üretim araçları gibi- insanlar tarafından geliştirilmiştir. Üretimde insanlar arasındaki işbirliği ve üretimin örgütlenmesinin siyasal yaşamı düzenleyen kurumlarla sürekli etkileşimi tarihi sürece devingenlik kazandırmıştır. Çoğulcu demokratik toplum aşamasına gelinceye dek değişim gelişim süreçleri yaşanmış, toplumdaki ekonomik ve siyasal gücün dağılımı da buna bağlı olarak değişik bileşimler göstermiştir.
Güçler nasıl dağılır?
Çoğulcu demokratik toplumda dinamik istikrar ve barış sağlanabilmesi, toplumdaki değişik tabakalar arasında güç dağılımının dengeli uzlaşmamasına büyük ölçüde bağlıdır. Böyle bir toplumdaki güç kaynaklarını belli başlı üç başlık altında irdeleyebiliriz: Yaptırım gücü, iktisadi güç ve insan gücü… Bu üç güç; nitelikleri, başka kaynaklara dönüşme esnekliği, yoğunlaşma eğilimi ve etki alanının genişliği yönünden farklı özelliklere sahiptir. Örneğin, bir güç kaynağı olarak insan gücü; yoğunlaşamayan, başka güce dönüşemeyen parçalı bir karaktere sahiptir. Etkinliği ancak örgütlenme yoluyla arttırabilir. Sendikaların doğuşu bu gereksinmeden kaynaklanmıştır.
İnsan gücünün eylemlerini eşgüdümleyen sendikalar ve siyasi partiler, çoğulcu demokrasilerde stratejik bakımdan en önemli güç odaklarını oluştururlar.
Siyasi partilerle sendikalar arasındaki başlıca fark, sendikaların sınıf temeline dayanması, siyasi partilerin vatandaşlar arasındaki sosyal tabakalaşmadan kaynaklanmasıdır. Sendikalar çalışanlar ile işverenler arasındaki çıkar çatışması üzerine dayalı olup, bu çatışma istikrarlı bir nitelik gösterir. Sendikalar kuramsal olarak bütün ücretliler sendikalaşıncaya kadar büyüyebildikleri halde, siyasi partiler sosyal tabakalar arasındaki çıkar çatışmalarının uzlaştırılması sürecine göre şekillenirler. Bu nedenle de siyasi partiler, özellikle sosyal demokrat/ sol partiler, kitlesel bir nitelik gösterirler.
Türkiye gibi, tarımda çalışanların ağırlık taşıdığı bir ülkede, bir sosyal demokrat parti, köylüyü örgütleyerek kalkındırmaya ve köylünün sanayi toplumuna geçişini kolaylaştırmaya önem vermek zorundadır. Ücretle çalışanların siyasi alanda ağırlıklarını büyütmeleri, Batı ülkelerinde sosyal demokrat iktidarların özellikle sosyal politika, gelir dağılımı ve vergileme alanlarında işçiler/çalışanlar lehine yasal düzenlemeleri gerçekleştirmeleriyle sağlanmıştır. Aynı zamanda, siyasal partiler kitlesel nitelikleri dolayısıyla ve ulusal öncelikleri göz önüne alarak toplumun çeşitli katmanlarının çıkarlarını ortaklaşa bir sentez içinde birleştirebilirler.
İşçiler yalnız kalmamalı
Emekçi kesimi, sosyal demokrat siyasal hareketle birlikte bu sentezi sağlayamazsa, toplumda yalnızlaşabilir ve elde ettiği hakları bile yitirebilir. Bu bakımdan, özellikle Türkiye gibi, köylülerin esnaf ve sanatkarların, memurların, emeklilerin ve işsizlerin geniş yer tuttuğu, teknik personelin gitgide önem kazandığı bir toplumda, işçiler ve sosyal demokrat hareket, bu kesimler arasında dayanışmanın öncüsü ve harcı olmak durumundadırlar.
Bugüne dek sosyal demokrat partilerin en büyük ikilemini oluşturan dağıtıcı ve üleştirici politikalara mahkum olmaktan, bir kısır döngü içinde bocalamaktan kurtulmalarında üretimin tüm unsurlarıyla sürekli bir iletişim ve güç birliği içinde olmaları büyük önem taşımaktadır. Örneğin, Türk ekonomisinin bugünkü konumunda, sendikal örgütlenmenin ve tarım kesiminin başarılı bir üretim kooperatifçiliğiyle örgütlenmesi bu anlamdaki güç birliğine işlevsel anlamlı bir içerik kazandıracaktır.
Konu buraya gelmişken, Türk tarımının büyük holdingler eliyle çokuluslu yabancı sermayeye açılmasının Türk ekonomisini Latin Amerika tipi bir sömürü çarkı içerisine itmesi ve Türk köylüsünün çokuluslu yabancı sermayeye bağımlı kılınarak büsbütün ezilmesi tehlikesine işaret etmek gerekmektedir.
Çağdaş çoğulcu Demokratik toplumun günümüzün bunalımına sunduğu en geçerli seçeneklerden biri de, kamusal ve özel tasarruf kaynakları tıkandığı anda, toplumun tasarruf potansiyelini ve ekonominin yatırım gücünü büyütmek amacıyla toplumsal sermaye birikim mekanizmalarını devreye sokmasıdır.
Çalışanların işyerlerindeki durumlarını eleştirisel bir gözle değerlendirmeye başlamaları ve bağlı durumlarından kurtulmak istemeleri, toplumda ekonomik gücün ve servet dağılımının lehlerine değiştirilmesi için birçok Batı ülkelerinde işçilerin çalıştıkları işletmelerin mülkiyetinde pay sahibi olmalarını ve yönetime ve sorumluluğa katılmalarını sağlayan düzenlemeler gündeme getirmiştir.
Kapitalist süreç içinde sanayileşip gelişen toplumlarda çalışanların hayat standartlarının yükseltilmesi, tam istihdam sağlanması, işyerlerinde çalışma koşullarının iyileştirilmesiyle beraber, işletmeler lehine sübvansiyonlar, vergi teşvikleri, diğer dolaylı ve dolaysız özendiriciler aracılığıyla iktisadi büyümenin hızlandırılması, iktisadi gücün belli ellerde toplanmasıyla sonuçlanmıştır.
Buna karşı bir önlem olarak, Amerika ve Batı Avrupa ülkelerinde işletme düzeyinde varlıkların bir kısmının çalışanlara devredilmesi firmaların gönüllü katılımıyla gerçekleştirirken, İskandinav ülkelerinde özellikle İsveç’te iktisadi gücün bir kısmının çalışanlara aktarılması son yıllarda sosyal demokrat partilerin iktisadi programlarının odak noktasını teşkil etmiştir.
Demokrasiden ödün vermeden
Sosyal demokrat hareket yukarıda belirtilen dinamiklere uygun olarak evrensel düzeyde kaçınılmaz, anlamlı bir devinim göstermektedir. Bu gelişmenin süreçleri tarihi gelişim çizgisi üzerinde ulusal düzeyde, bir taraftan ekonomik ve sosyal yapıları etkilemekte ve yeni bir ekonomik gelişme stratejisi önermektedir. Batı Avrupa ve özellikle İskandinav ülkelerinin bazılarında olgunlaşan süreçler bütün dünyada yaygınlaşmaktadır. Bir başka cephesiyle de bu çoğulcu stratejiler, evrensel düzeydeki çatışma ve uzlaşma pratiğini zenginleştirmektedir.
Bu stratejiyi başarıyla izleyen toplumlar, örneğin İskandinav ülkeleri, Avusturya, Hollanda ve Federal Almanya, bütün dünyayı sarsan ekonomik bunalımı en az zararla geçiştirebilmekte ve demokrasiden hiçbir ödün vermeksizin, toplumsal barış içinde, gelişmelerini sürdürebilmektedirler.
Denebilir ki, çağımızın ulusal ve uluslararası düzeyde ivedi çözüm bekleyen sorunlarının çözümünde ve uygulanabilir sonuçlarına ulaştırılmasında çoğulcu demokratik model en geçerli seçeneği oluşturmaktadır. Politik karar odakları çoğulcu endüstriyel önerileri tarihi sorumlulukları açısından dikkate almak zorundadırlar. Buna koşut olarak Türkiye’nin 1930’lu yıllardan beri yaşadığı süreçler ulusal düzeyde çoğulcu demokratik savları desteklemekte, öte yandan son on sekiz yıldır tercih edilen ekonomik ve sosyal yaklaşımları yörünge dışı sapmalar olarak belirlemektedir.
Cezmi DOĞANER
Hollanda Sosyal Demokrat Platform Başkanı,
c.doganer@gmail.com
Kaynakça
Michel Rocard vd. (1993), Geleceğin Sosyalizmi 2, Sosyal Demokrasi yayınları, Ankara 1993
Hadi Orman, “Sosyal Demokrasi İsveç Deneyi”, Güvercin dergisi, Sayı:1;3 ve 6 ,Eylül 1988;Kasım-aralık 1988 ve Şubat 1999.
Hadi Orman, “Sosyal Demokrasi İsveç Modeli”, Çağdaş Toplum, sayı:1, Mayıs 1980
[1] Bkz. Michel Rocard vd. (1993), Geleceğin Sosyalizmi 2, SD Yayınları, Ankara. ; Hadi Orman (1988), “Sosyal Demokrasi: İsveç Deneyi” Güvercin dergisi, Sayı:1 ,Eylül 1988; a.g.y , Güvercin Dergisi, sayı:3, Kasım-Aralık 1988; Sayı:6, Şubat 1989; Hadi Orman (1980), “Sosyal Demokrasi İsveç Modeli”
Çağdaş Toplum, sayı:1, Mayıs 1980. Aynı tanıma DSP’nin programında da yer verilmiştir. Bkz. http://www.dsp.org.tr/dsp/program/program-bolum-1-demokratik-sol/
Cezmi Doğaner
Yorumlar kapalı.