Yazar, yönetmen, oyuncu ve hiciv ustası Müfit Can Saçıntı “Mandıra Filozofu” ismiyle de tanıdığımız sanatçıyla geçmişi,günümüzü ve geleceğe dair konuştuk.
Müfit Can Saçıntı kimdir ?
İnsanın kendi kendini tanıması en imkansız şeylerden bir tanesi, dolayısıyla tanıtması da zor. Neden tanıması zor? İnsanın gerçek karakteri zor durumlarda ortaya çıkıyor. Biz mesela kendimizi tanıdığımızı sanıyoruz ama diyelim ki bir büyük ,ikramiye çıksa ne yaparız nasıl bir insana dönüşürüz bilemiyoruz. Başımıza bir felaket gelse ,müşkül, aç kalsak ne yaparım ? kime kötülük yapar mıyız ne yaparız bilemiyoruz. Dolayısıyla iyi insanım, şöyle insanım titizimdir temizimdir demek kolaydır ama olaylar karşısında bunları test etmek lazım. Yani karakter yönüyle ben kendimi tanımıyorum ki size tanıtayım. Ama olaylar silsilesi ne olduk nereden geldik nereye gidiyoruz? Memur çocuğu olarak dünyaya geldik, astsubay çocuğu olarak. O zaman babam Kırıkkale’de görev yapıyormuş. Ama Çorum’lu olabileyim diye , o şerefe erişeyim diye doğumda beni Çorum’a götürmüş, kendi memleketine Surgurlu’ya ;orada doğmuşum. Kırkım çıkmış. Bu yeterince Çorum’lu oldu demişler. Nüfusa kaydettirdikten sonra Kırıkkale’ye dönmüşüz. İlkokulu toplam altı ayrı okulda okudum. Biraz karışık dönemlerdi. Babamın görevi oradan oraya olunca ilkokulu altı ayrı okuldan okudum. Orta okulu Doğu Beyazıt’ta bitirdim. Sonra babam Kartal’a tayin oldu. O vesileyle Kartal’a geldik. Babam emekli olunca köyüne dönmeyi düşünüyordu. Babamın emekli olduğu sene ben üniversiteyi İstanbul’da kazanınca İstanbul’da kaldık . O açıdan biz de Kartallıyız. O yüzden Kartal’ın Pendik’in Maltepe’nin bizde yeri ayrıdır. O dönemler hepsi Kartal’a bağlıydı . Kartal Lisesi’ni bitirdim. Kartal’da Yaşar Azaz hocamız sayesinde tiyatro çalışmalarına başladık. O dönemde bizim tiyatro kolundan çok tiyatrocu çıktı. Mesela Reha Özcan abimiz, Cenan Çamyurdu ,Ali Çoban ,Ruhi Sarı o dönemde Kartal Lisesi’nin tiyatro kolundan çıktı. O dönemden hiçbir ilçede tiyatro salonu yokken, tiyatro ekibi de yokken İsmail abi Kartal Sanat İşliği Tiyatrosu’nu kurdu. Biz Kartal’a abilemizin öncülüğünde 100 kişilik bir tiyatro salonu yaptık. O zaman belediyenin de tiyatro salonu yoktu. Orada sadece tiyatro değil ,klasik müzik dinletileri yapıldı. Çoğu kişi ‘’Kardeşim siz kafayı mı yediniz ? Kartal’da tiyatronun, klasik müziğin işi ne ?’’ diyordu. Ama sizi temin ederim orada haftanın 3 günü tiyatro oynuyorduk ve salon tıklım tıklım doluyordu. O günlerde Kartal’da kültür sanat hareketliliği çok fazlaydı. Keza Pendik de öyleydi. Pendik’e Kartal’dan önce tiyatro açıldı. Pendik Atatürk Kültür Merkezi vardı. O civarda ilk açılan salon O’dur. Basın Yayın Yüksek Okulu kazanmıştım. Adı sonradan İletişim Fakültesi oldu. TRT’de sözleşmeli yönetmen yardımcısı olarak çalışmaya başladım .Meşhur Olacak O Kadar programının yazar kadrosunda yer aldım. 10 yıl kadar Levent Kırca ile çalıştım. 1996 yılında Aranan Adam programıyla kamera karşısına geçtim. İlk kamera karşısına geçişim odur. 1997’de ilk sinema filmimi çektim. Herkes Mandıra Filozofu olarak bilir ama Kuşatma Altında Aşk diye bir tarihi filmdir. Çok sayıda film, dizinin yazarlığını yaptım. Asıl geniş kitlelerin tanıması Çocuklar Duymasın’da Mandıra Filozofu’yla oldu. Çocuklar Duymasın’ın o dönem üç yazarından biriydim. İki bölümlük misafir oyuncu olarak girdim. Tutacağını bilmiyorduk. 2 bölüm diye girdiğim dizi halk sevince 105 bölüm oldu. Sonra baktık ilgi devam ediyor sinema filmini yaptık. Ona da acaba 300 bin kişi gelir mi diye düşünüyorduk , ona da 1 milyon kişi geldi. Yani halkımızdan sağolsunlar beklediğimizden fazla ilgi gördük. Sonra, Yaşamak Güzel Şey filminde ilk yapımcılığımı yaptım.
Yazarlık, oyunculuk, yönetmenlik arasında hangisi sizin için öncelikli?
Oyunculuğun bana verdiği zevk ,bir çocuğun oyun oynarken aldığı zevki alıyorum. Çünkü oyunculukla ilgili bir iddiam yok. Oyunculukla ilgili iddiası olanlar çok çalışıyorlar. Kendilerine çok saygı duyuyorum. Yazarlık çok değerli bir şey ama bizim ülkemizde değerinin görülmediğini düşünüyorum. O yüzden artık başkalarına yazarlık yapmak istemiyorum. Maddi manevi değeri görülmüyor. Lafa gelince değerli ama icraata gelince yazarlık ve senaristlik bu ülkede hak ettiği değeri görmüyor. Siz de gazetecilik ,yazarlık yapıyorsunuz. Ne kadar yıpratıcı bir iş olduğunu ve ülkemizde lafta değer gördüğünü ama gerçekte değer görmediğini sizler de çok iyi biliyorsunuz. Benim için en tatmin edici olan yönetmenliktir. Doğrusuyla ,yanlışıyla ,günahıyla ,sevabıyla bir işin sorumluluğunu alıyorsun ve bir anlamda sana ait oluyor. Dolayısıyla daha tamim edici oluyor. İlla birini seç deseniz yönetmeliği seçerim.
Mustafa Ali karakteri ilk olarak Çocuklar Duymasın’da doğdu ,tutuldu, Mandıra Filozofu olarak sinema filmi çekildi. Sizin de hayata bakışınız Mustafa Ali gibi midir ?
Çocuklar Duymasın’dayken yazarlığı dönüşümlü olarak üç kişi yapıyorduk. Kalem elimde olduğu için ve oyunculukta da iddiam olmadığı için kafama yatkın şeyler yazdım. Kendi inandığım şeyleri yazmaya çalıştım. Dolayısıyla benden çok parça var. Bazıları gerçek hayatta karşılaşınca rolünün çok etkisinde kalmış diyorlar. Hayır rolün etkisinde kalmadım. Kalem benim elimdeydi , rol benim etkimde kaldı. Tabi ki aynısı değil ama abartıları ve esprileri bir kenara atarsak özü itibariyle çok yakınlıklar var. Beni Kartal’dan tanıyanlar bilir. Lise biraz saat takmış olabilirim ama ondan sonra hiç saat takmadım. O zamandan beri saat bende bir baskı yaratıyordu. O dönemlerde liseden mezun olunca kravatını yakanlar vardı bir daha takmayacağım diye. O dönemler kıyafet baskısı çoktu liselerde. Ben yakmadım ama bir daha da takmadım. Düğünümde de papyon taktım.
Mandıra Filozofu filminden etkilenip Muğla’ya göçler arttı ve haberlere konu oldu. Dolayısıyla bölgedeki gayrimenkul fiyatları arttı. Bunun hakkında ne düşünüyorsunuz ?
Film vizyona girdiğinde bize o yörede satışların durdurulduğu haberi geldi. Almak isteyenlere hiç satış yok . Niye ? Filmin sonucu merak etmişler. Film tutarsa ona göre fiyat belirleyecekler. Sonra haberi geldi. Bizim film tutunca ;eğer yalan değilse bize gelen haberler dönüm fiyatları üç katına çıkmış. Mal sahipleri dua ederken alıcılar küfretmiş olabilirler. Filmden etkilenip büyük şehri terk edip doğaya döndük diyenlerin ,haber yollayanların sayısını unuttum.
Mandıra Filozofu politikaya girmeyi düşünür mü ?
Mandıra filozofu defteri benim için kapandı .Çünkü tadında bırakmak gerektiğini düşünüyorum. Ülkemizde bir şey tuttu mu tadı kaçana kadar devamı geliyor. Onlara da saygı duyuyorum. Kimseye çamur atmak ya da polemiğe girmek için söylemiyorum. Benim tercihim bu , bazı şeyler tadında kalmalı. Önemli olan ,inandığın bir çizgide yürüyebilmek. İçerik olarak inandığım sosyal içerikler üretmek ama karakter değişir ; bir yerde mandıra filozofu olur, öbür yerde kandıra filozofu olur ,öbür yerde işsiz Ali olur ama hikayelerin özü, bu hayata bakışımız, dile getirdiğimiz meseleler belirli bir sosyal içerik barındırır. O değişmez. Ama şu da var : Ben ne yaparsam yapayım Mandıra Filozofu diye anılacağım. Bunu kabul ettim. Soruya dönecek olursak , Mandıra Filozofu politikaya atılacak şekilde bir film olmaz ama belki politika dünyasına hicveden bir başka film çekebiliriz. O da biraz cesaret istiyor. Cesaret de günümüzde tek başına olmuyor. Halk desteğini yanında hissederse insan cesur olur. Mesela yapımcılar bile takipçi sayısına göre bakıyor oyunculara. Bence insanlar uzaktan sevmek yerine beğendiği insanları desteklemeli. Böyle de bir çağrı da bulunmuş olalım.
Bir yapımcı ,yazar ve oyuncu olarak sormak istiyoruz. Dizi mi yoksa Sinema mı ? Hangisi daha gerçek size göre ?
Genel kanı şudur : Dizi geçici ,sinema kalıcıdır. Ama hangi dizi hangi sinema diye sormak lazım. Mesela Seksenler dizisini de çektik. O da kalıcı. 2050 yılında da Seksenler ,Seksenler olacak. İşlediği dostluk ,sevgi ,dayanışma ,aşk ,meşk temaları da eskimeyecek temalardır. Ama bazı filmler vardır. Sabun köpüğü gibidir. Milyonlar izler. 50 yıl sonra kim hatırlar ,bilemeyiz. Gerçekçilik konusuna gelirsek ; Tamam dizide bir başarımız var .Bütün dünyaya satmaya başladık ama neredeyse bütün konular temalar üç aşağı beş yukarı aynı. Dediğim gibi : Nasıl mecliste milletin bütün kesimleri temsil edilmiyorsa , dizilerde de milletin bütün kesimlerini ve bütün dertlerini göremiyoruz. Yelpaze eksik. Var olana karşı değilim ama sanki tek renk varmış gibi. Tabi entrika dizileri de olacak. Olsun ! Ama hepsi mi entrika olur. İçinde k…yla dağ deviren sakar kızın olduğu romantik aşk dizileri de olmalı. Ama hepsi mi patronun oğluna aşık oluyor ? Hepsi mi k…yla dağ deviriyor ? Bu ülkede herkes mi holding sahibinin oğlu. Yok mu tamircinin hikayesini anlatacak bir dizi ? Yok mu bir işsiz üniversitelinin hikayesini anlatacak dizi ? Sinemada da benzer şeyi görüyoruz. Sinemaya eskiden en ucuz halk eğlencesi derlerdi yetmişlerde. Bir çocuk bile gofret parasıyla sinemaya gidebiliyordu. Yürüme mesafesinde sinemalar vardı. İşsiz bir adam kahvede vakit geçireceğine iki çay parasına sinemaya gidebiliyordu. Köylere gezici sinemalar gidiyordu. Dolayısıyla yapımcılar da bütün halk kesimlerini dikkate alıyordu. Çocuğu da ,işsizi de ,köylüyü de ,işçiyi de . Ama şimdi belli bir kesim gidebiliyor sinemaya. Böyle olunca filmler de giden kesime göre yapılıyor. Dediğim gibi : Mecliste olduğu gibi sinemada da bir dengesizlik var.
Biraz da güncel projelerinizden bahsedelim. Devam eden projeleriniz neler ? Yakın zamanda yeni projeleriniz var mı ? Bize biraz yeniliklerden bahseder misiniz ?
Parasız Yaşamanın Sırrı diye bir film projesi düşünüyorum. Ne zaman çekeceksin diye soruyorlardı ? Diyordum ki : Parayı bulunca. Parayı bulamadık . Pandemi araya girdi .Birçok sektör gibi biz de etkilendik. Zaten bulamıyorduk parayı, hiç bulamaz olduk. Eksilere düştük. Ben de dedim ki benim derdim hikaye anlatmak ,halkın hislerine tercüman olmak ,bir takım konuları gündeme getirmek. Sinema zaten pahalı bir sanattı. Şimdi iyice zorlaştı. Dedim : Hikaye anlatmaksa derdim illa film çekerek anlatmak zorunda mıyım ? Değilim. Yazması bedava olan ,bir maliyeti olmayan roman yazımına giriştim. Şu anda Parasız Yaşamanın Sırrı’nı roman olarak yazıyorum. Bir yayın eviyle anlaştık. Bitirirsem yayınlayacağız.
Son olarak genel sektörel bir değerlendirme rica ediyoruz sizden .Gerek ekonomik gerekse sosyal açıdan dünyayı sarsan virüs sürecinde dizi, sinema sektörü sizce nasıl etkilendi. Bu konuda siz ne gibi önlemler aldınız ? Görüş ve önerilerinizi alabilir miyiz ?
Pandemiden dolayı önümüzü göremiyoruz. Bu bir buçuk senede hangi sinemalar kapandı? Ne kadar dayandılar ? Hangi dağıtımcı battı ? Onu bilemiyoruz. Sinemayla ilgili hasar tespiti yapamadık. Devletimiz de sağ olsun hiçbir kültür sanat sektörüne hiçbir destekte bulunmadı. Sanatçıyı bıraktım , sinemaya işletmecisi ne durumda ? Bir hasar tespit çalışması yapılsın. Sonra önümüzü görmeye başlayacağız. Bütün yerli işletmeciler battı mı? Tamamen Korelilerin ve Amerikalıların eline mi düştük ? Bilmiyorum. O yüzden bekliyoruz. Bir sinema projesi yok. 2017 yılından beri tek kişilik gösterilerim var .Onunla geçimimi sağlıyorum. Pandemiden dolayı o da durdu . Ama şimdi açılmaya başladı. Daha çok Avrupa’daki vatandaşlarımıza yapıyorduk. Mesela haziranda Zürih’e gittik geldik . Şimdi eylülden itibaren Avusturya ,Almanya ‘ya gideceğiz. Avrupa’da iyiyiz ama Türkiye’yi bilemiyoruz daha. Avrupa’ya açıldık ama Türkiye’ye açılamadık.
Keyifli sohbetiniz için Sonsöz Gazetesi olarak çok teşekkür ederiz.
Röportaj:Mehmet GÜZEL
Yorumlar kapalı.