Suratlarda gizlenmiş ifadeler, dillerde sessiz kelimeler,
Ruhundan konuşan insanlar, gerçekleri anlatmayan dudaklar,
Herkes birbirine bakıyor gibi ayık, ama aslında gözler sayfalarca kitap okumuş gibi yorgun,
adı konmamış bir yolculuk…
O gün orada son toplantı, son görüşme, son sohbet, son film karesi,
ve dostlar sofrası…
Hey yolcu!
Kulaç at engin sulara, kollarınla daireler çizerek yüz,
Suyun üstünde çizdiğin yarım daireyi tamamla suyun altındaki yarısıyla,
Kollarınla ilerle…
Kalabalık,
Kimse yolculuktan bahsetmiyor, kimse olacakları konuşmuyor,
Kimse yolcunun gideceğinden bahsetmiyor…
Çantası hazır mıydı,
ya da çantasız mı gidecekti?
Gittiği öte gezegenlerden tozlarını mı savuracaktı?
Zamansız, mekânsız gittiği yolların yorgunluğunu hangi kıyılarda atacaktı?
Mercan resiflerine kancayı mı atacaktı?
Ya da yolcunun hayatı yolculukta mı son bulacaktı?
Hey yolcu!
Dağlara doğru tırman şimdi, ayaklarını sağlam bas toprağa,
Adımlarını kocaman at birbirini tamamlar gibi hızlı,
Ayaklarınla ilerle…
Çocuğun gözünde donan film karesi,
Yolcunun katettiği zaman dilimi,
Dostlar sofrasının fotoğraf kesiti,
Bitmek bilmeyen yolculuklar,
birbirini çözemeyen zihinler…
Hey yolcu!
İkinci bir geçişi olmayacak bu yolların, iyi kullan zamanı,
Benzeri olsa da yürüdüğün yolların, aynısı olmayacak,
Kendine sakla haritanı, aklını da,
Beyninle, ruhunla ilerle…
Veda etmedi yolcu, dünyayı taşıdığı beynindeki yüklerini alarak gittiğinde,
Biliyordu yolcu, hayatın kulvarını değiştirdiğinde olacakları,
Biliyordu devam edeceğini o insanların kendi hayatlarına…
Hiç sevmedi zaten vedaları da,
Ve hiçbir şey olmamış gibi tekerrür eden amansız bir mücadeleyle,
Yürüdü kendi yolunda,
yolcu…
Hey yolcu!
Sevdiğini söyleyemeyecek kadar korkakların,
Haksızlığa karşı mücadele edemeyecek kadar zayıfların,
Toplumu yönetemeyen basiretsizlerin,
Ve hayal bile kurmaktan aciz duygusuzların dünyasından,
neden kaçıp gittin?
Şimdi geri dön ve savaş,
bileklerinle,
yolcu…
Şiir: Ayça Yılmaz / 16 Kasım 2025


















