Bugün önde görünen siyasetçilerin ezici bir çoğunluğu devamlı yakınıyor ve durumu halka şikayet ediyor. Bunun en büyük nedenleri; problemi anlamamış olmaları, anlamak için gayret göstermemiş olmaları veya ferasetlerinin anlamaya yetmemiş olmasıdır. Problemi anlamayınca, doğru çözümler de üretilemiyor. Nobel ödüllü ünlü fizikçi Albert Einstein bir soru üzerine; “Dünyayı kurtarma görevini bana verseler ve bunun için 1 saatim olsa, 55 dakikasını anlamaya verirdim” diyor. O zaman; problemi doğru şekilde çözebilmek için doğru anlamak lazım.
CHP liderliği; 31 Mart’ta yapılan yerel seçimler sonrasında, 19 Mart’a kadar çok yanlış hamleler yaptı. Problemi anlamamıştı ve doğal olarak bütüncül ve sonuç odaklı bir stratejisi de yoktu. 19 Mart 2025 tarihinde İBB Başkanı’nın tutuklanarak seçim sonuçlarının yok sayılması ve mevcut iktidarın en güçlü siyasi rakiplerinden birini ortadan kaldırmaya yönelik yapılan operasyon bardağı taşıran son damla oldu ve halk sokağa döküldü. Ağır ekonomik kriz, keyfi yönetim, haksız, hukuksuz ve adaletsiz uygulamalar konusunda küçük bir çağrı bekleyen halkın sokağa dökülmesi; iktidarın beklemediği bir durumdu. Canından bezen halk, ağırlıklı olarak da gençlik CHP başta olmak üzere muhalefeti önüne katarak liderlik görevi verdi. Ama CHP liderliğinin vizyonunun “İBB Başkanı’nın tutuklanmasının protesto edilmesine odaklı” olması, oluşturulması yaşamsal derecede zorunlu olan Demokrasi İttifakı’nı oluşturmaması ve bu ittifakın sembolü olacak ortak Cumhurbaşkanı adayı belirleme şartını da göz ardı etmesi; halkın tepkilerinin sönümlenmeye mahkum olmasına yol açtı.
Bugün Türkiye’de hukukun güvenliği tamamen ayaklar altındadır ve yok edilmiştir. Bunun anlamı;
- Türkiye’deki hiçbir birey ve kurum meşru kazanılmış haklarının geriye dönük olarak iktidar tarafından ihlal edilmeyeceğinin garantisi içinde değildir.
- Türkiye’de yargının ve idarenin kararlarının, benzer olaylarda benzer, taraflardan bağımsız ve tarafsız olması artık mümkün değildir,
- Artık Türkiye’de yasamanın, idarenin, tüm kişi ve kurumların hukuka ve yargı kararlarına uygun davranmasının garantisi de kalmamıştır.
Kök Melanetler
İktidar; neredeyse her gün değişik konularda hukuk dışı uygulamalar yapıyor, muhalefete saldırıyor, muhaliflere operasyonlar yapıyor, Türkiye’nin güvenliği ve çıkarları hilafına ödünler veriyor, ülkemizi Ortadoğu bataklığına daha çok sokuyor, akıl ve bilim dışı uygulamalarla bağışıklık sistemimizi çökertiyor ve doğal afetlere karşı daha hassas ve korunmasız duruma getiriyor ve adeta ülkemizi felakete sürüklüyor. Bu melanet çeşitliliği; aslında az sayıdaki kök melanetten kaynaklanıyor.
1. Kendi ideolojik davası
İktidarın Siyasal İslamcı zihniyete sahip olması, Cumhuriyet ve Atatürk’le, kurucu ideolojimizle, çağdaş değerlerle, sorgulayıcı akıl ve pozitif bilimle, ulusal kimliğimizle, ulus devletimizle ve üniter yapımızla sorunlu olmasıdır. 2002’den beri açık ve kapalı, inişli ve çıkışlı olarak hep bu hedef peşinde koştu.
2. İktidarın hesap verebilir olmaması, bu yüzden de iktidardan gitmek istemiyor olması
İktidarın ülke yönetiminde kalabilmek için yapamayacağı yoktur. Koltuğa endeksli açılım da bu kapsamdadır.
3. Dış güçler tarafından uygulanan şantaj altındaki mecburiyetlerinin gereklerini yerine getiriyor olması
Kanal İstanbul’u realize etmeye çalışmak, Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nden vazgeçilebileceğine dair girişimleri ve Suriye; bu kapsamdaki işlerinden bazılarıdır.
Ama muhalefet; melanet çeşitliliğinin (hiç kesilmeyen hava bombardımanı gibi) az sayıda kök melanetten türediğini fark etmiyor ve melanet üretim hızına yetişmek için her gün bir önceki günün konularını bırakıp yeni gündeme getirilen ama aslen yeni olmayan konularda cılız karşılıklar vermek zorunda kalıyor. Bunun ölümcül bir süreç olduğu ve çıkışının olmayacağı çok açıktır.
Korkmama Özgürlüğü
Bunun yerine; stratejik sessizlik uygulayarak daha az sayıda tepkiye odaklanmalı, iktidarın kök melanetlerinden kaynaklanan ama değişik kılıklarda ortaya koyduğu, muhalefetin ve halkın kafasını karıştırmayı denediği hamlelere zayıf tepkiler yerine, seçici olarak iktidarın kök melanetlerine odaklanmalı ve bu konularda kuvvet konsantrasyonu yapmalıdır. Örneğin; tematik mitingler, kırmızı kart, her kayyum atanan belediye önüne koşmak gibi reaksiyonlar kök melanetlere yönelmeyen cılız tepkilerdir.
Az sayıda etkili kavram üzerinde ısrar edilmelidir. Bunlardan bir tanesi; “Korkmama” özgürlüğüdür. Yöneticinin varlık nedeni; korkusuzluk ortamı sağlamaktır. Korku ile yönetim insanlık suçudur. Mevcut iktidar ise korkusuzca yaşama özgürlüğüne cepheden karşı. Koltuğunda kalabilmek ve çağdışı zihniyetini topluma empoze edebilmek için korku iklimine ihtiyacı var. Korkusuzca yaşama özgürlüğü; hiç kimsenin hükümetinden, askerinden, polisinden ve hatta komşularından korkmaması anlamına gelir. İktidar ise tam tersine halkı hemen hemen her konuda korkutmaya çalışıyor. Muhalefet bu durumda, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nde yer alan temel özgürlük alanlarından biri olan Korkmama Özgürlüğünü bıkmadan usanmadan toplumda işlemelidir. Bu; ister istemez iktidarın korkutmak için kullandığı askeri, polisi ve yargı mensuplarının azımsanmayacak bir bölümünü derinden etkileyecektir.
Benzer biçimde, “usul özden önce gelir” ilkesi; mevcut zulmün yüzde 90’ının çözümüdür. “Burası hukuk devletidir” kalıbını temcit pilavı gibi kullanan iktidara karşı ısrarla kullanılması gereken bir konudur. Halkın belli bir noktada konsolide edilmesi ancak böyle bir odaklanmayla mümkün görünüyor.
Demokrasi İttifakı
İktidarın artık sertleşmek ve daha antidemokratik olmaktan başka şansı kalmadı. CHP, bu süreci tek başına götüremez ve bir kişinin mağduriyeti üzerinden sürdüremez. Mücadele; kişiler üzerinden değil, ilkeler, değerler, Cumhuriyet ve demokrasi üzerinden sürdürülebilir ve meşruiyete sahip olur. Bu yüzden “Demokrasi İttifakı” zorunluluktur. Olası bir erken seçimde, TBMM’nin parçalı yapısı göz önünde bulundurularak, yeni Cumhurbaşkanı’nın “topal ördek” olmaması için de Demokrasi İttifakının önemi büyüktür. Bunun önemsenmeyişinin tek nedeni; hali hazırda TBMM’nin işlevsizliğinin sürüp, Cumhurbaşkanı’nın KHK’larla yönetimi sağlayabileceği zannı olabilir. Ama bu çok yanıltıcıdır. Çoğunluğun sağlanamadığı bir Meclis aritmetiği Cumhurbaşkanı’nın elini kolunu bağlar; çünkü yeni yönetim hukukun üstünlüğüne saygı vaadiyle gelecektir.
Otoriter rejimlerin çöküş zamanını öngörmek zordur. Halk düşüncelerini sakladığı için analize girecek veri sorunu vardır ve gerçekçi değerlendirme yapılamaz. Baskıcı rejimlerde, insanlar gerçek düşüncelerini ifade edemez. Korku nedeniyle iktidardan yana gözüken bir gizli muhalefet vardır. İktidar, ne kadar desteklendiği konusunda doğru bilgi sahibi olamaz. Artan ekonomik kriz ve toplumsal olaylarla birlikte, bir anda gizli muhalefet yer değiştirir ve çöküş başlar. Baskı ve şiddet; sadece kısa vadede etkili olur. Uzun vadede ise muhalefeti büyütür, birleştirir ve organize eder. Şu anda Türkiye’de bu süreç yaşanmaktadır. Ama tam olarak sürecin neresindeyiz, bilemiyoruz. Ama şunu biliyoruz; bozulan ekonomi nedeniyle rant azalmış, paylaşım darbe almış, tepedeki lidere sadakat sarsılmış ve iktidar elitleri arasında onanmaz çatlaklar oluşmuştur.
Sonuç olarak; otoriter rejimler ne kadar güçlü olursa olsun, yapısal zayıflıkları nedeniyle, çöküş kaçınılmazdır, aniden ve beklenmedik bir zamanda olur. Ama otoriter rejimlerin çökmesi her zaman demokrasiyle sonuçlanmaz. Hele ağır ekonomik kriz varsa bu, demokrasiye geçişe en büyük engeldir. Bu nedenle de mücadele kişiler üzerinden değil ilkeler ve değerler üzerinden yapılmalı ve Demokrasi İttifakı veya Türkiye İttifakı kurulmalıdır.
Değerli silah arkadaşım ve dostum Tamer Şahin’in Papirus Yayınları’ndan piyasaya çıkan “Denizi Çorba Ettim” adlı kitabını okumanızı tavsiye ederim. Amerika kıtasını güçlü, zengin ve dalkılıç Osmanlı denizcileri yerine neden parasız, pulsuz, hatta güçsüz denebilecek Hristiyan korsanların keşfettiği üzerine düşünmeye başlayacak, soluk soluğa okuyup bitirdiğinizde ise tarihe ve denizlere çok farklı bir gözle bakacaksınız.
Türker Ertürk