“Yeter söz milletindir” diye geldiler ve… (2)

tülay-hergünlü

Atatürk’ün vefatının hemen ardından Cumhuriyet devrimlerinin nasıl ters yüz edildiğinin bir kez daha anlaşılması için, DP iktidarında, Konya Kadınhan İlçe Kongresi’nde bir delege neler istemiş onu görelim;

Fes ve sarık giyilmesine izin verilmesi, hafta tatilinin yeniden Cuma gününe alınması, kadınların açık saçık gezmelerinin yasaklanması, birden çok kadınla evliliğe izin verilmesi… Devletin dininin İslam olarak yer alması, kadınların çalıştırılmaması,  evlenme, boşanma ve mirasta erkeklere daha fazla hak verilmesi, kızların ilköğretimden sonra okutulmaması, baloların ve kadın resimlerinin yasak edilmesi, kadın memurların işten çıkarılması, devrimlerin faydasız ve zararlı olduğu, eğitimin Arap harfleriyle verilmesi, tekke ve zaviyelerin yeniden açılması…”

Atatürk’ün eğitim devrimlerinin tahribatına oy uğruna göz yuman Menderes iktidarı, bu tarz konuşmaları da hoşgörüyle karşılayacaktır…

Adnan Menderes, siyaseten nereden vuracağını çok iyi bilmektedir; din ve eğitim… Tüm icraatlarını bu iki konu üzerine kurmuştur. 30’lu yıllarda Halkevleri için “şiddetli ihtiyaç” nitelendirmesinde bulunan Menderes, 50’li yıllarda yani kendi iktidarlarında 180 derece dönecek ve Halkevlerini, “faşist anlayışın ürünü” olarak niteleyecektir.

Menderes bir taraftan Atatürk’ü koruyor görünürken diğer taraftan da Atatürk ve devrim düşmanı ne kadar yazar-çizer ve yayın varsa hepsine kol kanat germektedir. Bunların içerisinde en saldırganı şüphesiz Necip Fazıl Kısakürek’in yönetimindeki Büyük Doğu Dergisi’dir. Büyük Doğu Dergisi’nin 38.sayısının kapağındaki şu cümle bu durumu çok iyi yansıtmaktadır; “27 yıl millet fare oldu, fare kedi. Bizimle 27 yıl böyle oynayan küfür sıçanını gebertmeden evinize huzur girmez!”

1953 yılında Türkiye-ABD telefon hattı açılır. Artık ABD Başkanı, Türkiye’ye bir “alo” kadar yakındır… Aynı yıl Türkiye ile Birleşmiş Milletler arasında “Teknik Yardım” anlaşması imzalanır. Anlaşma ile Türkiye’ye imar ve iskân konusunda yardım edilecektir. “Yardım” adı altında Türkiye’nin ekonomik işgali sürdürülmektedir.

DP’nin CHP düşmanlığı ise her geçen gün artmaktadır. CHP’nin bütün mal varlığını “haksız iktisap” gerekçesiyle Hazine’ ye devreden bir yasa çıkarılır. İsmet İnönü “haksız iktisap” konusuna itiraz eder ve tarihe geçen şu cümlesini sarf eder; “Tarih kürsüsünden halinizi seyrediyorum. Suçluların telaşı içindesiniz! Işıktan korkuyorsunuz!”

ABD Temsilciler Meclisi Dış Ekonomik İlişkiler Komisyonu Başkanı Clarence Randall, Türkiye’yi sık sık ziyaret etmekte ve “Sermaye ürkektir, bu nedenle önündeki tüm engellerin, kısıtlamaların kaldırılması gerekir!” tarzında demeçler vermektedir. 1951’de çıkarılan “Yabancı Sermaye Yatırımlarını Teşvik Kanunu” ndan beklenen yarar sağlanamamıştır. Bu defa ABD’li Randall’ın tavsiyesi yerine getirilir ve “Yabancı Sermayeyi Teşvik Kanunu” çıkarılır. (1954) Bu Kanun ile yerli girişimcilere tanınan tüm haklar yabancı sermayeli firmalara da sağlanır. Mart ayında, yabancı sermayeye petrol arama ve iş birliği sağlayan, yeni bir Petrol Kanunu Meclis’te kabul edilir. Kanunu hazırlayan zat, İsrail Petrol Kanunu’nu da hazırlayan hukukçu ve jeolog Max Ball’dir. Petrol Kanunu ile petrol faaliyetleri yerli ve yabancı özel sermayeye sonuna kadar açılmıştır. Önceki kanunlarda tek yetkili devlettir. Bu kanunla devlet, petrolde devletçilik uygulamasından vazgeçmektedir. CHP, yeni petrol yasası ile kapitülasyonların geri geleceği eleştirisinde bulunur.

Cumhurbaşkanı Celal Bayar, ABD Başkanı Dwight Eisenhower’ın davetlisi olarak tantanalı bir törenle ABD yolculuğuna çıkar. Bayar, ABD’yi resmi olarak ziyaret eden ilk Türk Cumhurbaşkanıdır. ABD başkanının kapılarda karşıladığı, Yahudi cemaatinin gümüş madalya ile taltif ettiği Celal Bayar, Washington’da düzenlediği basın toplantısında şunları söyler: Türk milletinin satın alma gücünün artması ve hayat standardının yükselmesiyle, ülkemiz mamul maddeler ve tüketim malları için büyük bir pazar durumuna gelecektir. Türkiye’ye harcanacak her dolar, verimli bir toprağa ekilmiş refah ve bereket filizleri verecek bir tohum gibidir.” Bayar, Türkiye’nin ürettiğini satan değil de tüketen bir pazar haline gelmesini, iç piyasasını yabancı mallara ardına kadar açmasını ve borçlandırılmasını refah ve bereket olarak nitelendirerek âdeta bir akıl tutulması yaşamaktadır. İlave olarak Türk topraklarında, ABD’nin üs kurması ve asker bulundurması kabul edilir… ABD bu sayede 1954 yılından günümüze kadar yerleştiği Türk topraklarından bir daha çıkmayacaktır.

9 Mart 1954’de yayın yoluyla suç işleyenlere ağır cezalar getiren yasa, Meclis’ten çıkar. Yasanın ardından “cadı avı” başlatılır. DP’nin iktidarı boyunca çok sayıda gazeteci, yazıları nedeniyle ya hapis cezası ya da para cezasına çarptırılacak, gazeteleri ise tamamen veya kısa süreli olarak kapatılacaktır.

1954 yılı seçimlerinde halk DP’yi yeniden iktidara taşır ve Adnan Menderes 3. iktidarını kurar, Cumhurbaşkanlığı koltuğuna yine Celal Bayar oturur. DP’ye oy vermeyen ve Osman Bölükbaşı’yı seçen Kırşehir cezalandırılır; il vasfını kaybeder ve Nevşehir’in ilçesi olur. Aynı akıbete Malatya da uğrar. Seçimlerde CHP’ye oy veren Malatya’nın bir bölümü artık Adıyaman ilidir.

1. Dünya Savaşı boyunca İnönü ve CHP iktidarı tarafından başarılı bir biçimde yürütülen tarafsızlık politikası, dış ticaret ilişkilerini geliştirmişti. Merkez Bankası rezervleri de altın ve döviz bakımından hayli iyi durumdaydı. Bu duruma Marshall yardımıile gelen tarımsal araç ve gereçler de eklenince tarım kesiminde olumlu bir hava esmişti. II. Dünya Savaşı’ndan sonra dünyada baş gösteren tarımsal ürünlere duyulan ihtiyaç nedeniyle Türk tarım ürünleri dış pazarlarda müşteri bulmuş, ülke ekonomisinde bir genişleme meydana gelmişti. Ancak bu genişleme 1954 yılına gelindiğinde yerini daralmaya bırakır. İktisadi planlamayı reddeden, Atatürk’ün kalkınma planlarını ise elinin tersiyle iten DP iktidarında, rastgele yapılan yatırımlar, hesapsız harcanan krediler, enflasyon ve döviz darboğazı kendini iyice belli etmeye başlar. Hal böyle olunca da dış kredi arayışına girişilir. Muhalefetin, kredi borçları nedeniyle yaptığı eleştirilere Adnan Menderes şöyle cevap vermektedir; “Onlar hâlâ ninelerimizin ‘İşten artmaz, dişten artar’ düsturunu gütmektedirler. Hâlbuki dişten biraz artar, asıl artış işten olur. Süratle geliştirmek ve kalkındırmak kredinin mucizevî vasfıdır. Bugünkü medeniyet, kredi üzerine kurulmuştur, kredi medeniyetidir. Amerika, İngiltere, Fransa kredi yüzünden, kredi sayesinde bugünkü seviyelerine yükselmişlerdir. Bizim de çeyrek asır yerimizde saymamız onların (yani CHP’ nin) bu sakim (hastalıklı) ve köhne düsturları yüzünden olmuştur.”

İstanbul’da yakacak, et, ekmek ve çeşitli gıda maddeleri sıkıntısı bir türlü önlenememektedir. İstanbul Valisi ve Belediye Başkanı Fahrettin Kerim Gökay halka, “Evlerinizde odun, kömür istifçiliği yapmayın, haftada iki defadan fazla et yemeyin, yiyebileceğinizden fazla ekmek almayın!” çağrısında bulunur… Artık kendi yağıyla kavrulan bir Türkiye değil, hibeler ve ABD kredileri ile ekonomi çarkını döndürmeye çalışan bir Türkiye vardır…

Kasım 1954’te ABD, buğday ithali için Türkiye’ye 2 milyon 300 bin dolar kredi açar. “Sen üretme benden satın al” politikası, giderek ivme kazanmaktadır. ABD, bir taraftan Türkiye’yi borçlandırmakta diğer taraftan da, kendi ürünlerinin satın alınmasını sağlamaktadır. Borçlandır, borç verdiğin krediyi satış vasıtasıyla geri al… Çifte vurgun… Nitekim 1956 yılında Menderes’in davetlisi olarak Türkiye’ye gelen ABD’li iktisatçı ki zaten her konuda Amerikan heyetleri Türkiye’de konuşlanmışlardır, Max Weston Thornburg (meşhur Thornburg raporunu hazırlayan zâtı muhterem) şöyle diyecektir; “ABD’nin Türkiye’ ye yardım yapması kendi lehinedir.”…

1955 yılına gelindiğinde bazı malların bulunmasında sıkıntı baş gösterir. Örnek; çuval, sicim, pulluk, demir, tekel maddeleri, şeker, gazyağı, lastik, çimento, kahve gibi bazı ihtiyaç maddeleri ortadan kalkmıştır. Ülke, nal çivisi bile ithal edemez duruma düşer. İstanbul’da hane başına yüz gram kahve, iki yüz elli gr. şeker dağıtımına başlanır. Menderes ise muhalefeti, “şu veya bu madde yok” diyerek “suni buhranlar yaratmakla”“karaborsayı tahrik etmekle” suçlamaktadır. İstanbul Valisi Fahrettin Kerim Gökay, evlere şenlik bir açıklama daha yapar ve ete 5 Lira narh (fiyat) konulduğunu söyler ve “Her gün et yemeyin, yumurta da çok yararlıdır!” der… Ne kadar tanıdık değil mi?

1956 yılına gelindiğinde o parlak vaatler, yerini tamamen hayal kırıklığına bırakır. DP, 1950-1954 yılları arasında uyguladığı kalkınma ve istikrar programını daha sonraki yıllarda sürdüremez. Dış ödemeler dengesi giderek bozulmakta, yatırımlardaki aşırılık ve plansızlık devletin ödeme gücünün üzerinde seyretmektedir. Tarım ürünlerine olan talebin azalması da Türkiye’yi oldukça etkilemektedir. Yaşanan tüm olumsuzluklar dış ticaret hacminin azalmasına, buna bağlı olarak dış ticaret açığının giderek yükselmesine neden olur. Diğer yandan yurtiçi ve yurtdışı fiyatlar arasındaki fark, TL’nin aşırı değerlenmesine yol açar. Uluslararası finansal kuruluşlar, kur ayarlaması yapılması yönünde Türkiye’ye baskı yapar. İktidar buna yanaşmaz. Bu arada bazı gıda malzemelerinin azalması ve yokluğu devam etmektedir; Ankara’da da kahve vesikaya bağlanır.

1956 yılında, hükümetin hazırlayıp sunduğu yeni Basın Kanunu, Meclis’te kabul edilir. Hürriyet Partisi adına konuşan Turan Güneş“Bu kanunla, değil basın özgürlüğü, basın bile kalmayacak!” der ve öyle de olur. Gazeteler kapatılır, dergiler toplatılır; gazeteciler hapse atılır. Karadeniz gezisinde olan Kasım Gülek, Rize’de bazı dükkân sahiplerinin sıra ile ellerini sıktığı için bir gösteri yürüyüşü yaratmakla suçlanmaktadır. Gülek bu suçtan dolayı altı ay hapse mahkûm edilir. Tanıdık geldi mi?

1958 yılına gelindiğinde Adalet Bakanı Esat Budakoğlu, 4 yıl içinde basın suçundan 238 gazetecinin mahkûm olduğunu açıklayacaktır.

1956 yılında, toplantı ve gösteri yürüyüşlerine de kısıtlama getirilir. Çıkarılan bir kanun ile siyasal partilerin, seçim propaganda devresi dışında açık hava toplantısı yapmaları yasaklanır. Kapalı toplantılar da yörenin en büyük mülkiye amirinin iznine bağlanır. Nasıl da benziyorlar değil mi?

Suç sayılan toplantıların dağıtılması için polise “hedef gösterilmeksizin” ateş açabilme yetkisi sağlanır. Yasaya aykırı hareket edenler 3 ay ile 3 yıl arasında hapis ve muhtelif para cezalarına çarptırılabileceklerdir.

DP’nin yasakçı tutumu toplumun ve muhalefetin aşırı tepkilerine neden olmaktadır. TBMM’nin 27 Haziran 1956 günlü oturumunda İsmet İnönü kürsüye çıkar. Konuşma esnasında DP Sivas Milletvekili Nurettin Ertürk oturduğu yerden laf atar ve “Vatandaşın hak ve özgürlüğü lafı senin ağzına yakışmıyor İsmet Paşa.” der. İsmet İnönü’nün tarihe geçen cevabı şöyledir: “Aramızdaki farkı bilelim, biz mutlakiyetten bugüne geldik. Siz ise bugünden mutlakiyete gidiyorsunuz.”

 

Devam edecek…

Tülay Hergünlü

31 Ocak 2023

 

Exit mobile version