Ukrayna Savaşı’nda 56. güne ulaştık ve neredeyse ikinci ayı bitiriyoruz. Başladığı ilk gün yaptığımız “Bu savaş aynen Afganistan örneğinde gördüğümüz gibi uzun soluklu bir yıpratma savaşı şekilde olacaktır, çünkü böyle planlandı” öngörümüzün doğruluğu her geçen gün daha da fazla ortaya çıkıyor. Bu savaşı durdurmak mümkündü, hala mümkün ama durdurulması istenmiyor.
Türkiye’yi yönetenler, bu savaşı iktidarda kalabilmek adına ayaklarına gelmiş bir fırsat olarak görüyor. Bu fırsatı; seçimi kazanabilmek, bugüne kadar yaşamadığımız derecede dürüstlükten ve adaletten uzak bir seçim kotarabilmek, buna rağmen kazanılamıyorsa oldubitti ile kazanıldığını ilan etmek, seçimi ötelemek veya hiç yapmamak gibi birçok şekilde kullanma seçeneği akıllarda var.
İktidar Açısından Savaş Neyi Değiştirdi?
24 Şubat öncesinde Türkiye’nin ekonomisini iflas ettiren, her gün halk desteğini daha da çok kaybeden, uluslararası ilişkilerde yalnızlaşan, bölge ülkeleriyle berbat ettiği ilişkilerini düzeltmek için beyaz sayfa açma peşinde koşan ve tüm Batı ülkeleriyle gerilimler yaşayan bir iktidar vardı. Ukrayna Savaşı ekonomiyi tabii ki düzeltmedi ama hiç değilse iktidarın Batılı ülkelerle yaşadığı gerginliği azalttı, bu ülkelerden Türkiye’ye olan siyasetçi ve diplomat trafiğini arttırdı ve halkın iktidara desteğinde görülen aşınmayı da kısmen durdurdu.
Savaşlar kan, gözyaşı ve her alanda yıkım olduğu kadar, bazı insanlar ve ülkeler için fırsatlar da yaratır. Örneğin; Afrika’da yer alan ve Libya’nın güney komşusu olan Çad için Ukrayna Savaşı çok ciddi anlamda bir risk ve tehdit yaratmadığı gibi, fırsat da yaratmadı ama hemen kuzeyimizde yer alan ve denizden komşu olduğumuz Ukrayna’da gelişen bu savaş, ülkemizi bulunduğu coğrafi konum nedeniyle çok ciddi ve yaşamsal tehditlere maruz bıraktığı gibi bazı fırsatları da önümüze çıkardı.
Bir Koyup Üç Almak
Eğer yanı başınızdaki savaşı fırsata çevirmeyi düşünüp kazanç peşinde koşarsanız, ülkenize yönelik risk ve tehditler daha da artar. Birinci Körfez Savaşı (1990) öncesinde Turgut Özal’ın yaptığı gibi bu savaşı fırsata çevirmek isteyip “Bir koyup üç alayım” derseniz, elinizdeki birden de olursunuz. Ecevit ise İkinci Körfez Savaşı (2003) öncesinde tehlikenin büyüklüğünü görüp ABD’nin teklifini kabul etmediği için operasyon yedi, iktidardan düşürüldü, onun yerine işbirlikçilik konusunda güvence verdiği için AKP iktidara getirildi. Daha sonra AKP-ABD-Cemaat üçlüsü, işbirlikçilik konusunda iktidara zorluk çıkaran Türk Silahlı Kuvvetleri’ne kumpas yaptı ve demir parmaklıkların arkasına attı.
Geçtiğimiz günlerde ABD’nin İnsan Hakları Raporu yayınlandı. Türkiye için zehir zemberek olarak tabir edilebilecek olan bu rapor, tam tamına 93 sayfa. İşkenceden kötü muameleye, hukuksuzluktan, adaletsizlikten, kapatılan haber sitelerine, sansürden İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasına kadar yok, yok! Ama Türkiye’nin egemenliği ve güvenliği adına yaşamsal derecede önemi olan Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ne sahip çıktıkları ve ifade özgürlüklerini kullandıkları için hukuksuzluğa tabi tutulan Amiraller hakkında bir tek cümleye bile yer verilmemiş. Çünkü ABD, Montrö’nün değişmesini veya kadük hale gelmesini istiyor. Yani başka ülkelerdeki insan hak ve özgürlükleri ABD’nin hiçbir zaman umurunda olmadı. Bunu sadece gerektiğinde bir silah olarak kullanıyor. Hatırlarsanız, ABD’nin geçmişteki Kumpas hukuksuzlukları için de tek sözü olmamıştı.
İktidar Suriye Savaşına Balıklama Atladı
Hitler Almanya’sı, II. Dünya Savaşı (1939-1945) sırasında Türkiye’yi kendi yanında savaşa sokmak istedi. Sovyetler Birliği’ndeki esir Türkleri kurtarma konusu Almanya’nın ikna yöntemiydi. İsmet İnönü bu oyuna kanmadı, ustaca yürüttüğü siyasetle Türkiye’yi savaş dışında tuttu. Bugün ülkemizi yöneten irade o gün iktidarda olsaydı Sovyetler Birliği’ndeki Müslümanları kurtarmak için Türkiye savaşa balıklama girerdi.
Türkiye’yi yöneten iktidar, Atlantik üzerinden estirilen bir güçle başlatılan Arap Baharını da çağdışı “Siyasal İslamcı” ideolojisi ve geçmişin aklı olan “Yeni Osmanlı” hayali için şans olarak görmüş, bu kapsamda geliştirilen Suriye’deki vekâlet savaşını fırsat olarak değerlendirmiş ve savaşa balıklama atlamıştı.
Yükselen Stratejik Önemin Anlamı
Zamanın ABD Başkanı Barack Obama’nın 2009’da “Başkan” sıfatı ile gerçekleştirdiği ilk yurt dışı turunda Türkiye‘yi ziyaret etmesi maksatlıydı ve güneyimizde planlananlar için iktidarı ikna etmeye yönelikti. O zaman da ekranlarda ve bazı gazetelerin köşelerinde “Bu ziyaret Türkiye’nin yükselen stratejik önemini gösteriyor” gibi yorumlar yapılmıştı.
Burada bahsedilen stratejik önem; ABD’nin bölgeye yönelik plan ve hedeflerine ulaşabilmesi açısından Türkiye’nin kullanılması demekti. İktidar da fırsattan istifade bir koyacak, ideolojisi ve hayali açısından üç alacaktı. İktidarın Suriye’deki vekâlet savaşında ABD’ye ülkemizi kullandırmış olmasının sonucunda neler kazandığımız veya kaybettiğimizin değerlendirmesini ise sizin ferasetinize bırakıyorum.
Bu Strateji Kimin?
Şimdi de Ukrayna Savaşı ile ilgili olarak Türkiye’nin yükselen stratejik önemi yazılıyor ve ekranlarda anlatılıyor. Türkiye aynı Türkiye, coğrafyası aynı coğrafya. Suriye Savaşı, ABD’nin güneyimizde planladıklarıyla ilgiliydi, Ukrayna Savaşı da kuzeyimizde planladıklarıyla ilgili! Yani ABD nerede bir operasyon yapıyor veya yapmayı planlıyorsa, o coğrafyanın ve yakınlarının stratejik önemi yükseliyor. Örneğin; ABD açısından Vietnam’ın da son zamanlarda stratejik önemi yükseldi ve buraya yatırım yapıyor. Çünkü Çin’in kuşatılmasında çok önemi var. Halbuki geçmişte savaşmıştı. Buradaki strateji; ABD’nin stratejisidir! Ne Türkiye’nindir, ne de Vietnam’ın!
Ukrayna’da devam eden savaş nedeniyle Türkiye’ye yönelik ziyaretçi trafiği arttı. Halbuki öncesinde iktidar dışarıda tecrit halindeydi, istenmeyen adam durumundaydı. Adeta ötekileştirilmiş, yalnızlaştırılmıştı. Şimdi ise hem Batı hem de Rusya tarafından ilgi odağı haline geldi. Diğer taraftan; ülke içinde ekonomik iflasın geniş halk kitleleri için dayanılmaz boyutlara ulaşması ve bunun toplumsal bir patlamaya neden olabileceği korkusu nedeniyle otoriter ve baskıcı yöntemlere günden güne hız veriliyor ve halk korkutularak sindiriliyor.
Türkiye’den Talepler ve Beklentiler
Türkiye’ye Ukrayna Savaşı nedeniyle gelenler bu durumu görüyor ve iktidarın ikili oyun ve tarafsızlık arasında gidip gelen siyasetini uzun süre devam ettiremeyeceğinin de farkındalar. Ürkütmeden, savaşın da uzun soluklu olarak planlandığının bilinci içinde “Havuç-Sopa” yöntemiyle iktidarı ikna etmeye çalışıyorlar.
ABD Liderliğindeki Batı’nın Türkiye’den Olası Talepleri
- Kısa dönemde;
- Rusya ve Ukrayna arasında kolaylaştırıcılık görevlerine devam edilmesi,
- Ukrayna’ya verilen desteğe devam edilmesi,
- Batı ile Rusya arasında alternatif bir iletişim kanalı olma görevine devam edilmesi,
- Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin NATO Deniz Kuvvetleri için gevşetilmesi,
- Türkiye’nin Rusya’ya yönelik yaptırımlara tedricen katılması,
- Uzun dönemde;
- Yaptırımlara tam katılım,
- Türkiye hava sahasının Rusya’ya kapatılması,
- Rusya’ya karşı ikinci cephenin Türkiye üzerinden açılmasıdır.
Putin Liderliğindeki Rusya’nın Türkiye’den İstek ve Beklentileri;
- Rusya, Türkiye’nin Batı sistemi içinde bulunduğunun, NATO’da olduğunun ve bu yüzden çok büyük bir hareket serbestisine sahip olmadığının farkında.
- Rusya, bu nedenle Türkiye’yi NATO’dan ne kadar uzak ve kendine ne kadar yakın tutabilirse bunu kar olarak değerlendiriyor ve Türkiye’yi çok zorlamak istemiyor.
- Rusya, Türkiye’yi nefes borusu olarak gördüğünden halen sürdürdüğü pozisyonunu korumasını istiyor.
Dengeli Olmanın Belirleyici Nedeni
Şu ana kadar Türkiye, Ukrayna Savaşı’nda nispeten dengeli bir politika sürdürdü. Üç aşağı beş yukarı Çin, Hindistan, Pakistan, Mısır, Macaristan, Suudi Arabistan, BAE hatta İsrail bile dengeli siyaset örnekleri verdi. Daha başka örnekler de var tabii ki! Gerçi bu yüzden Pakistan da demokratik görünümlü ve ABD destekli bir darbe ile karşılaştı ama Türkiye’nin durumu bu ülkelerden biraz farklı.
Türkiye’deki iktidarın dengeli gitmesinin belirleyici nedeni; Suriye, Libya, turizm, sebze meyve ihracatı, müteahhitlik hizmetleri, doğalgaz, nükleer santral gibi konularda Rusya’nın ceza kesebileceği korkusudur. Ayrıca iktidar, tarafsız kalmanın Rusya’dan ve oligarklar da dâhil Ruslardan kaynaklanacak ekonomik getirisinin de farkında.
İktidar ve Muhalefet Ne Yapmalı?
Türkiye, stratejik konumunu ve her iki taraf ile ilişkilerini sürdürüyor olmanın avantajını barış için, ateşkesi sağlamak için ve akan kanı durdurmak için kullanmalı, ülkemizi yönetenler de bu savaşı iktidarlarını sürdürmek için fırsat olarak görmenin ve bunun üzerine siyaset inşa etmenin ülkemizin güvenliğine, bekasına ve çıkarlarına yönelik affedilmez bir hata olacağının bilincinde olmalı.
Muhalefet ise 24 Şubat 2022’de başlayan Ukrayna Savaşı ile iç ve dış siyasette taşların yerinden oynaması ve durumun artık önceki gibi olmamasından hareketle, seçimi kazanabilmek ve halk için seçenek olma şansını devam ettirebilmek için daha önce yaptığı planları ve stratejiyi gözden geçirip güncellemeli ve üzerinde gerekli değişiklikleri yapmalıdır.
Türker Ertürk