31 yıl önce bugün, yani 24 Ocak 1993 tarihinde ülkemizin yetiştirdiği en cesur ve yurtsever gazeteci Uğur Mumcu katledildi. Üç yıl öncesinde, 31 Ocak 1990 tarihinde de hukukçu, siyasetçi ve Türkiye’nin en demokratik ve özgürlükçü anayasası olan 1961 Anayasası’nı hazırlayan komisyonun sözcülüğünü yapmış olan Prof. Dr. Muammer Aksoy öldürülmüştü.
Ocak ayının son haftasında katledilen bu iki aydınımızı Adalet ve Demokrasi Haftasında etkinliklerle anıyoruz. Bazıları diyor ki; “Ülkemizde üzerine etkinlik düzenlenecek bir adalet ve demokrasi kalmadı ki!” Aslında biz de tam olarak bu sebeple, farkındalık adına böyle bir etkinlik yapıyoruz ve yapmalıyız da!
Öldürülmelerinin Nedeni
Bugün, Türkiye’de gerçekten de ne adalet var, ne de demokrasi! İşte bu noktaya gelmemizde, bu yurtseverlerin ve Atatürkçülerin yok edilmesinin çok büyük önemi vardı. Bu süreçte bu yurtsever insanların, bu Atatürkçülerin yok edilmesi; geçilmesi gereken önemli kilometre taşlarıydı. Bu insanlar; demokrasinin, çağdaşlığın ve Aydınlanma Devrimlerinin öncüleriydi, öncülerimizdi!
Uğur Mumcu; “Ben, Atatürkçüyüm! Ben, cumhuriyetçiyim! Ben, lâikim! Ben, antiemperyalistim! Ben, tam bağımsız Türkiye’den yanayım! Ben, insan hakları savunucuyum! Ben, terörün karşısındayım! Ben yobazların, hırsızların, vurguncuların, çıkarcıların düşmanıyım!’’ demişti. Uğur Mumcu’nun öldürülme nedeni işte buydu!
Öncüleri Kurban Ettiler
Aynı şeyleri farklı ifade tarzları ile de olsa katledilen diğer insanlarımız da söylemişti. Bu insanlar önemliydi; çünkü gelecek nesiller de dahil olmak üzere, kitleleri harekete geçirebilme ve etkileyebilme özellikleri vardı.
Faili meçhul cinayetlerde ülkemizin en değerli ve yurtsever aydınlarından Çetin Emeç, Turan Dursun ve Bahriye Üçok 1990’da, Eşref Bitlis 1993’te, Ahmet Taner Kışlalı 1999 ve Necip Hablemitoğlu da 2002’de kurban edilmişti.
Hedef Gösterenler ile Methiye Düzenler Aynı
1990’lı yıllarda öldürülen yurtseverleri acımasızca eleştirenler ve hedef gösterenler şimdi de AKP’yi methediyorlar medyada ve her yerde. Siyasi cinayetlerde kimin tetiği çektiği önemli değildir. Çektiren, azmettiren ve hedef gösterenlerdir asıl önemli olan.
Bu cinayetlerin arkasında hala bir sır perdesi var. Uğur Mumcu, son dönemde Hizbullah terör örgütü ve devlet içindeki bağlantılarını araştırıyordu. Diyarbakır Eski Emniyet Müdürü Gaffar Okkan da Hizbullah terör örgütünü takip ediyordu. Bugün ise Hizbullah Meclis’te!
Büyük Ortadoğu Projesi
Bu siyasi cinayetler, ağırlıklı olarak 1990’lı yılların başında ve sonrasında oldu. O zaman bakmak lazım; 1990’lı yılların özelliği ne? İki kutuplu dünya düzeni bitti. Bu yıllar; Soğuk Savaş’ın (1947-1989) ve iki kutuplu dünya düzeninin henüz bittiği yıllardı.
Soğuk Savaş sonrasında ABD liderliğindeki tek kutuplu dünya düzeni ortaya çıktı. ABD, bu düzeni sonsuza kadar sürdürmek istiyordu. Bu maksatla, hegemonyaya direnenleri ezmeye, başka bir gücün çıkabileceği alanları istikrarsızlaştırmaya ve dünyayı yeniden dizayn etmeye çalışıyordu. İşte Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) de bu kapsamda Türkiye’nin de içinde bulunduğu bölgenin dizayn edilmesi planıydı.
ABD Kıpırdanmalardan Rahatsızdı
ABD, Türkiye’de Atatürk önderliğinde yapılan Aydınlanma Devrimlerinin yeşermesini istemiyordu. Türkiye’de eleştirel akla sahip, bilim egemen kafalı bir toplum olmasını da istemedi. Çünkü böyle bir toplumu sömürmek ve emperyalist planlarda kullanabilmek mümkün olmazdı. Türkiye’nin İslamileştirilmesine ihtiyaç vardı, “Ilımlı İslam” da bunun adıydı.
Soğuk Savaş’ın bitmesiyle birlikte Türkiye’de kıpırdanmalar, farklı arayışlar ve seçenekler yaratabilme çalışmaları başlamıştı. Soğuk Savaş sırasında ABD’ye koşulsuz teslimiyetçiliğin faturası görülmeye başlanmıştı. Bu arayışlardan ABD rahatsızdı.
İlk İhtar Saratoga ile Geldi
Rahatsızlığın ilk ihtarı 2 Ekim 1992’de geldi. Display Determination-92 (Kararlılık Gösterisi-92) adlı NATO tatbikatı sırasında Muavenet muhribimiz Ege’de, ABD uçak gemisi Saratoga’nın ateşlediği 2 adet Sea Sparrow hava savunma füzesiyle vuruldu. Bu vuruluş; sıradan bir olay veya kaza değildi. Bugün geldiğimiz ve getirildiğimiz yerle çok yakından ilgiliydi.
ABD bu olay ile Türkiye’ye mesaj vermek istedi. Birincisi yani stratejik olanı; “Soğuk Savaş dönemi sonrasında benim liderliğimde yeni bir dünya düzeni kurulmaktadır. Farklı yol arama kıpırdanmalarının farkındayım. Kayıtsız ve şartsız izlemen gereken yol, benim gösterdiğimdir.” İkincisi ise güncel bir sorunla ilgiliydi ama sonuçları itibarıyla bu da stratejikti. “Çekiç Gücün Türkiye’deki varlığı ve yapacağı görevler benim için hayati bir öneme haizdir. Engellenmesi kabul edilemez.”
Sopa ve Havuç
ABD, Muavenet’i vurarak yakıcı ve yıkıcı gücünün küçük bir örneğini vermişti. Sonrasında da Muavenet’e karşılık 8 adet Knox sınıfı firkateyni Türkiye’ye çok ucuza vererek, havucu da göstermişti.
ABD, kurguladığı “Yeni Dünya Düzeni” içinde Ortadoğu’yu yeniden şekillendirecekti. Bunun için Türkiye’yi kaybetmemek ve iliklerine kadar kullanmak ABD için yaşamsal bir öneme haizdi. Bölgede ikinci bir İsrail olması planlanan kukla Kürt devletinin oluşumu için “Çekiç Güç” çok önemliydi. Temmuz 1991’de göreve başlayan, İncirlik ve Pirinçlik’te konuşlanmış 77 uçak ve helikopter ile Amerikalı, İngiliz ve Fransız 1862 kişiden oluşan Çekiç Gücün Türkiye’den çıkarılması, asla ve asla kabul edilemezdi.
Mesaj Anlaşılmamıştı
Görünürdeki amacı Saddam Hüseyin’in olası saldırılarına karşı Irak’ın kuzeyinde bulunan Kürtleri korumak olan, ama esas amacı Irak’ı bölmek ve bölgede Kürt Devleti kurmak olan Çekiç Gücün görev süresi, TBMM’de yaşanan uzun ve sert tartışmalardan sonra, 24 Aralık 1992’de 6 ay uzatıldı. Bu uzatmalar, 2003’e kadar devam etti.
Türk Silahlı Kuvvetleri ve Türkiye’yi yöneten siyasiler, Muavenet ile verilmek istenen mesajı anlayamamıştı. Hâlbuki Türkiye’nin önünde iki seçenek vardı; teslim olmak ya da olmamak. Türkiye, ABD’ye ve projelerine tam olarak teslim olmadı ama teslim olmamanın gereğini yapmadı ve tedbirlerini de almadı.
Haddini Bildirdiler ve AKP’nin Önünü Açtılar
ABD, ülkemiz ve bölgemiz için planlarını gerçekleştirmekte kararlıydı. TSK ve iktidar mesajı anlamamakta direnince ve kendilerine biçilen emperyalist elbiseyi giymemekte ısrar edince, 1995’de “Türk Generalleri hizadan çıktı” dediler ve Irak’a müdahalede yer almak istemeyen Ecevit’i tasfiye etmek için “Kara Çarşamba” olarak bilinen 2001 Türkiye Ekonomik Krizini manipüle ettiler ve AKP’yi iktidara getirdiler.
Daha sonra, AKP’ye zorluk çıkaran TSK’yı itibarsızlaştırmak için 4 Temmuz 2003’de, Türk Askeri’nin kafasına çuval geçirdiler. Karargâhı Pensilvanya’da bulunan Gülen Cemaati ile birlikte Ergenekon ve Balyoz gibi gayri hukuki operasyonlarla ve itibarsızlaştırma saldırılarıyla Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) için görevlendirdikleri AKP’nin önünü açtılar.
Buraya Bir Günde Gelmedik
Demem o ki; bugünlere bir günde gelmedik. Adamlar kanaviçe işler gibi işbirlikçileri ile Türkiye’yi bugünlere getirdiler. Bu süreçte, dizayn ettikleri muhalefeti de tepe tepe kullandılar.
Sevgili dostum ve büyüğüm Güran Tatlıoğlu’nun Sonçağ Kültür Yayınları’ndan çıkan “Doğu’nun Rothschildları – Constantiniyyeli (İstanbullu) Camondolar’’ adlı kitabını okumanızı tavsiye ederim.
Türker Ertürk