Ordumuz, Türk birliğinin, Türk kudret ve kabiliyetinin, Türk vatanseverliğinin çelikleşmiş bir ifadesidir. Ordumuz, Türk topraklarının ve Türkiye idealini tahakkuk ettirmek için sarf etmekte olduğumuz sistemli çalışmaların yenilmesi imkansız teminatıdır. Büyük milli disiplin okulu olan ordunun, ekonomik, kültürel, sosyal savaşlarımızda bize aynı zamanda en lüzumlu elemanları da yetiştiren büyük bir okul haline getirilmesine, ayrıca itina ve himmet edileceğine şüphem yoktur.’’
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK
Ülkemiz dünyanın en hassas coğrafyalarından birinde bulunmaktadır. Stratejik konumu ve eşsiz coğrafyası nedeniyle karşılaştığı tehditlere karşı en büyük güvencesi her zaman Türk Silahlı Kuvvetleri olmuştur.
Mustafa Kemal Atatürk’e göre, ‘Türk ordusu, ekonomik, kültürel ve sosyal reformların takipçisi olacak nesilleri yetiştiren büyük bir okuldur.’(Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Cilt I, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi, s.420-421)
Cumhuriyetin kuruluş yıllarında, ‘Ulusal savunma sanayimizin temeli Mustafa Kemal Paşa tarafından atılmış, savunma sanayinin modern ve çağın ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde gelişmesi için ciddi planlamalar ve yatırımlar yapılmış, hafif ve ağır silah üretim tesisleri, kimyasal silah ve askeri malzeme sanayii, gaz maskesi üretim tesisleri ve uçak sanayinin kurulmasını sağlamıştır. (D. Yalçın ve Diğerleri, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi I, Atatürk Araştırma Merkezi s.327)
Atatürk, Ulusal savunma sanayinin yaşamsal önemini şöyle aktarmıştır, ‘Bu yıl içinde denizaltı gemilerimizi memleketimizde yapmaya başladık. Hava Kuvvetlerimiz için yapılmış olan üç yıllık program, büyük milletimizin yakın ve şuurlu alakasıyla, şimdiden başarılmış sayılabilir. Bundan sonrası için, bütün uçaklarımızın ve motorlarımızın memleketimizde yapılması ve harp sanayimizin de bu esasa göre inkişaf ettirilmesi gerekir. Hava Kuvvetlerinin aldığı ehemmiyeti göz önünde tutarak, bu mesaiyi planlaştırmak ve bu konuyu layık olduğu ehemmiyetle milletin nazarında canlı tutmak lazımdır.’(Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Cilt I,s.421)
İktisadi kalkınmasını kendi gücüne ve kaynaklarına yaslanarak gerçekleştirmeyi amaç edinen Atatürk Cumhuriyetinin temel politikası tam bağımsızlık olmuştur. Atamızın vefatına kadar ulusal kaynaklarını kullanarak ‘Tam Bağımsızlık Politikası’ ile kendi kendine yeterli hale gelen Türkiye Cumhuriyeti, 23 Şubat 1945’de kaderini tamamen değiştirecek karanlık sulara girmiştir.
23 Şubat 1945’de Türkiye ve ABD arasında imzalanan ilk yardım anlaşması bu temel politikadan sapmanın başlangıcını oluşturmuştur. İçinde bulunduğumuz mali, siyasi ve ahlaki çıkmazın temelleri, 1945-1950 yıllarında CHP ile başlayan ve Demokrat parti tarafından büyük bir heves ve adanmışlıkla hızlandırılan Amerikan eksenli politikalarla atılmıştır.
Henüz 20 yıl öncesinde, dünyada ilk kez emperyalizme karşı savaşarak, acı ve kanla kazanılan bağımsızlığımız, savaş kaybetmeden, gönüllü olarak ABD’ye teslim edilmiştir. Binlerce yıllık devlet deneyimine, imparatorluk geçmişine sahip Türkiye, 200 yıl önce kurulmuş bir devletin tahakkümü altına girmiştir. ABD, yapılan ihanet anlaşmaları ile ülke içine yerleşmiştir.
NATO’ya üyelik başvurusu ilk kez 1950 yılında CHP hükümeti tarafından yapılmış, 1952 yılında NATO’ya üye olunmuştur. Türk Silahlı Kuvvetlerinin Hava, Kara ve Deniz olmak üzere kuvvetlerinin tamamı NATO emrine verilmiştir.
CHP tarafından kabul edilen ve Demokrat parti iktidarıyla devam ettirilen Truman Doktrini, Marshall Planı, NATO üyeliği, ABD ile imzalanan ikili anlaşmalar ve ekonomi alanında yapılan yasal düzenlemeler, Türkiye’yi askeri ve ekonomik bakımdan ABD’nin güdümüne sokmuş, içinde bulunduğumuz her bakımdan bağımlı ve yüz kızartıcı durumun harcı böylece atılmıştır.
Atatürkçü çok yönlü dış politikaya taban tabana ters, bütün olayları ABD perspektifinden değerlendiren tek yönlü bir dış politika ile ülkemiz bağımsızlığını kaybetmiştir. Bağdat ve Balkan Paktlarına katılan, Türkiye’yi örnek alarak Ulusal Kurtuluş Savaşı veren Tunus, Fas ve Cezayir’e karşı emperyalist devletleri destekleyen, Süveyş Kanalını millileştiren Nasır’a karşı İngiltere’nin yanında yer alan, Filistin konusunda Batı yanlısı bir politika takip edip, İsrail devletini tanıyan Türkiye, Atatürk rotasından ayrılmış, aklını ve kimliğini kaybedeceği Amerika rotasına girmiştir.
Truman Doktrini ve Marshall Planları ile sağlanan yardımlar ve 1952’de ihtiyaç fazlası savunma ürünlerinin hibe edilmesi, savunma ürünlerinin yurt içinde üretimini engellemiş, Türkiye’yi bağımlı müşteri durumuna düşürmüştür.(Yusuf Sarınay Türkiye’nin Batı İttifakına Yönelişi ve NATO’ya girişi 1939-1952 s.49-52)
ABD’nin uygulamaya başladığı yeni sömürgecilik ilişkilerinin kilit kavramı ‘yardım’dır.1962 yılında, ABD başkanlarından Kennedy yardımlar için şu itirafta bulunmuştur. ‘Yardım dünyayı denetleme yöntemlerinden biridir.’( M.E Değer, Oltadaki Balık Türkiye; Çınar Yay. İstanbul 1993,s.27)
1920 ve 1930’lu yıllarda büyük fedakarlıklarla yapılan yatırımlar, büyük emeklerle kurulan savaş sanayimiz, mühendis ve teknisyenler dağıtılmış, bu fabrikalar üç beş kuruşa Amerikalı sözde iş adamlarına, başka amaçlarla kullanılmak üzere devredilmiştir. Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren açılan fabrika ve tesisler ya kapanmış, ya da faaliyet alanının değiştirmiştir. (H.Tunçkanat,27 Mayıs 1960 Devrimi (Diktadan Demokrasiye.s.65)
ABD İLE İKİLİ ANLAŞMALAR
Sayısının ve içeriğinin tam olarak bilinmediği bu anlaşmaların çoğu TBMM’e getirilmeden yapılmış imtiyaz anlaşmalardır.
23 Şubat 1945 tarihinde Türkiye ve ABD arasında yapılan anlaşmanın ikinci maddesine göre ‘Türkiye Cumhuriyeti hükümeti, tedarik edebilmek vaziyetinde bulunduğu ve müsaade edebileceği maddeleri, hizmetleri ve malumatı ABD’den temin edecektir.’ denilmektedir. Bu madde ile Türkiye, karayollarını, limanlarını, hava meydanlarını, demiryolları ve istasyonlarını ABD’nin kullanımına vermiştir. Bunun yanı sıra Türkiye’de ABD’lİ sivil ve askeri danışmanlar görülmeye başlanmıştır.(Haydar Tunçkanat, Amerika Emperyalizm ve CIA Tekin Yayınevi,s.19-20)
ABD ile yapılan ikinci anlaşma, 27 Şubat 1946 tarihli kredi anlaşmasıdır. ‘Türkiye ABD’nin satışa çıkardığı savaş artığı askeri teçhizatın satın alımı için ABD ile 10 milyon dolarlık kredi alımı için anlaşma imzalamıştır. Fakat Türkiye bu krediyi nakit olarak değil savaş artığı, ne halde olduğu belli olmayan malzeme olarak alır. Bu malzemeleri alacak heyet ‘teminatsız’, ‘mahallinde olduğu gibi’ satın alacaktır. Yani malzemelerin ne durumda olduğu önemli değildir. Taksitleri ise ABD’nin ülkede çalışan personelinin ücretlerinin ve çeşitli giderlerinin karşılanması için Merkez Bankası’na yatırır.’(H.Tunçkanat, İkili Anlaşmaların İç yüzü s.26-27)
Bu anlaşmanın özü dünyanın değişik yerlerinde ABD’nin elinde kalan ve ülkesine geri götürmesi pahalı olan eskimiş savaş artığı malzemeleri satın alması koşuluyla Türkiye’ye 10 yıl vadeli 10 milyon dolar kredi açmasıdır. (age,s.28)
Demokrat Parti döneminde yapılan ikili anlaşmalar, TBMM’e getirilmeden yapılmış gizli anlaşmalardır. Oysa ‘1924 Anayasası’nın 26. Maddesine göre; devletlerle sözleşme, anlaşma ve barış yapma yetkisi TBMM’ye aittir. Bu dönemde yapılan ikili anlaşmaların büyük çoğunluğunda meclis onayı alınmayarak yapılmış, anayasa ihlal edilmiştir. (Demokrat Parti Dönemi Türk Dış Politikasına Marksist bir Yaklaşım. Caner Sancaktar s.16)
TBMM’nin onayı alınmadan 23 Haziran 1954’te imzalanan Askeri Tesisler Anlaşması bunlardan biridir. Bu anlaşmayla Amerikan hava, kara ve deniz kuvvetlerinin ülkemizi kullanmasına izin verilmiştir. Amerikan askeri uçaklarının Türkiye’deki askeri havaalanlarını kullanmaları, kurulacak üslere malzeme, teçhizat ve ikmal maddeleri yerleştirilmesi, ortak kullanılacak tesislerin masraflarının iki ülke arasında paylaştırılması kararı alınmıştır. Bu anlaşmaya dayanarak zaman içinde ülkemiz topraklarında 90’ın üzerinde askeri ve sivil Amerikan tesisi kurulmuştur.(age. s.13)
‘Anlaşmanın imzalandığı gün ABD, Türkiye’ye verdiği nota ile anlaşmanın içinde yer almayan ancak sonrasında benimsenen geniş haklar elde etmiş, Türkiye’de bulunan personelinden gümrük vergisi alınmaması ve eşyalarının aranmaması gibi ayrıcalıklar kazanmıştır.’(Tunçkanat, İkili Anlaşmaların İçyüzü, Kaynak Yayınları, İstanbul 2001 s.144 )
Türkiye, NATO ile ana sözleşmenin dışında 23 Nisan 1954 tarihinde imzaladığı, diğer NATO ülkelerinde uygulanmayan Askeri Kolaylıklar Anlaşması, ABD’nin Türkiye’de kurulan üs ve tesislerinin ABD’li askerler tarafından yönetilmesini ve bu tesislere hiçbir Türk subayının alınmamasını sağlamıştır.
Askeri Kolaylıklar Anlaşmasının imzalandığı gün ABD hükümetinin verdiği TBMM’ e getirilmeyen nota ’ya göre Türkiye’ye giren ve çıkan Amerikan askerlerini Türk Hükümeti denetlemeyecektir. O yıllarda Türkiye’de 30 binden fazla asker olduğu ve uygulamanın Türkiye’de iş yapacak Amerikan çalışanlarına kadar genişletildiği göz önüne alındığında, konunun önemi daha iyi anlaşılacaktır. Amerikalıların ülkelerine dönerken kullandıkları ev eşyalarını gümrüksüz satabilmeleri bile bu anlaşmada yer almıştı.(age, s.255.)
5 Mart 1959 yılında yapılan anlaşma ABD’ne Türkiye’ye askeri müdahale yetkisi vermiştir. Ana sözleşmede, ‘Türkiye’nin siyasi bağımsızlığına ve toprak bütünlüğüne karşı yapılacak her türlü tehdidi çok ciddi biçimde tetkik etmek’ görevi veriliyor, ABD’nin’ doğrudan doğruya ya da dolaylı olarak; tecavüz, sızma, yıkıcı faaliyet, sivil saldırı, dolaylı saldırı hallerinde…’ Türkiye’ye karışması kabul ediliyordu.(age s.331)
Türkiye hükümetinin talebi halinde ABD’ye Türkiye’nin iç işlerine müdahale hakkı veren bu madde ile Türkiye’nin hükümranlık hakları, devletler hukuku ve devletler hukukundaki karşılıklılık ilkesi çiğnenmiştir. Meclis onayından geçmeyen bu anlaşma ile Anayasa ihlal edilmiştir.
1954 Haziranında Türkiye ile ABD arasında yapılan, sadece Amerikalıların yararlandığı vergi muafiyetleri anlaşması, Türkiye’deki ABD varlığını devlet içinde devlet durumuna getirmekte; gümrüksüz, vergisiz, denetimsiz ve yargı organlarından uzak yasa üstü bir konuma getirmektedir.(age.s.278)
Savaşarak kovduğumuz emperyalizm ve kapitülasyonlar ülkemize bu ihanet anlaşmaları ile geri gelmiştir. NATO üyeliği ve ABD ile yapılan ikili anlaşmalar ekonomik, siyasi ve kültürel gelişimimizin önüne büyük bir set çekmiştir. Türkiye ulusal çıkarlarından vazgeçmiş, yarını meçhul, teslim olmuş, yabancılaşmış, yarı sömürge bir ülke haline getirilmiştir. Atamızın Türk varlığının teminatı olarak gördüğü TSK’nın ideolojisini, kendisini ve milletini koruma refleksini kaybetmesine, genetiğinin bozulmasına neden olmuştur.
Güneyimizde sözde Kürt devletinin kurulması için teröristlerden ordu kuran, Doğu Akdeniz ve Ege’de haklarımızı yok sayan, Kıbrıs Türklerine ambargolara devam eden, FETÖ kaçaklarına kucak açan ABD Türkiye düşmanıdır.
Başta İncirlik olmak üzere, ABD’ye ait nükleer silahlar ile ülkemizi ‘nükleer hedef’ durumuna getiren, hep içeriden vurulduğumuz NATO üsleri kapatılmalı, içimizden sökülüp atılmalıdır.
Darbeler, cinayetler, kumpaslar, terör örgütlerine verdiği destek ve benzeri karanlık faaliyetlerle tanıdığımız, milli menfaatlerimizi hedef alan, PKK’nın hamisi, Türkiye düşmanı bir terör örgütü olan NATO’dan çıkmamız,72 yıllık uykudan uyanarak Cumhuriyetin kuruluş ayarlarına dönmemiz ülkemiz için bir varlık yokluk meselesi halini almıştır.
Mehtap Kaynak