Milletten gizli şekilde millet için plan yapanların masasına gelecek ilk konulardan biri, büyük olasılıkla laiklik olacaktır.
Diyeceklerdir ki, “Anayasaya, ‘Türkiye’de özgürlükçü laiklik vardır’ diye yazalım, bunun önündeki engelleri de kaldıralım. Ne dersiniz?”
Önerenler ne olduğunu biliyorlar tabi.
Bunda bir keramet olduğunu sanan liberaller ve kimi solcular da, “hüloğğğ” niye sevinç naraları atacaklardır muhtemelen.
Öyle ya, hem laiklik olacak, hem de katmerlisi ve özgürlükçüsü…
“Yeme de yanında yat” denilen durum.
Zaten televizyonlarda her fırsatta bunu söylemiyor, parti programlarına bile bunu yazmıyorlar mı?
Ama bu “özgürlükçü laiklik” çok da masum gelmiyor. Biraz eşelemek gerek.
Laiklik tek başına, insanın ve düşüncenin özgürleşmesi değil midir zaten?
İradeleri sınırlayan, kontrol altına alan kurum ve örgütlenmelerin tasfiyesi değil midir?
Laiklik kavramının ifade ettiği “özgürlüğün”, başka bir kuvvetlendiriciye ihtiyacı yok ki!
“Özgürlükçü özgürlük” şeklinde, hem demagojik, hem de saçma bir kavram ortaya çıkmaktadır.
O halde “Laikliğin” yanına eklenen “özgürlükçülük” nedir?
Dahası laiklik geniş manada toplumsal özgürlükse, insanı, bireyi, toplumu özgürleştiriyorsa, kimin içindir bu özgürlük? Laikliğin özgürleştirmediği, hatta kısıtladıkları mı var?
Evet!
Ve mesele tam da budur.
Her sınıfa, her sisteme, her ideolojiye, her örgüte özgürlük diye bir şey söz konusu olabilir mi?
Örneğin birinin Kızılay’da “mafyaya özgürlük” yazılı pankart açtığını düşünün.
Ya da Hitler’in kafatası avcılığına, fırında insan yakmasına özgürlük olabilir mi?
“Bırakın seçtiğim insanları fırınlarda ısıtırken gösterdikleri tepkileri bilimsel olarak kaydedebileyim” diyen bir adama özgürlük mü?
Sonuçta birisi için özgürlük, başkası için kısıtlama olmaktadır.
Laiklik için de böyledir.
Ortaçağ Avrupa’sında topraklar kilisenin, insanlar kiliseye çalışıyor, kralların tacını bile kilise takıyor.
Engizisyon mahkemeleri var kilisenin. Yasaları kilise belirliyor. İnsan bedeninin derinlerindeki şeytanları özel işkence aletleriyle kilise bulup çıkarıyor.
Darağaçlarını kilise kuruyor, evler kilise için basılıyor, kadınlara tecavüzler, çocukları gasp etmeler, yağmalar kilise için yapılıyor.
Sefavi’de, Selçuklu’da, Osmanlılar’ da durum farklı mı?
Babek’in 100 binden fazla halkı katledildi.
Pir Sultan Abdal, idam edildi, Hallac-ı Mansur lime lime dildi, Nesimi’nin derisi yüzüldü.
Yavuz Selim, din adamlarından aldığı fetvalarla İdris-i Bitlisi ile Anadolu’da 100 bine yakın Alevi’yi katletti.
2 Temmuz Sivas katliamı, Maraş, Çorum ve daha nice katliamlar, tekbir çekilerek yapıldı.
Öldürenler müritti.
Sorgulamadılar, “kimdir bunlar, neden öldürüyoruz” diye düşünmediler, düşünemediler.
Ölenlerin suçları biat etmemiş olmaları, mürit kültürüne uygun olmamaları…
Sonuçta insanlığın özgürlüğü için krallıkların tasfiyesi gerekliydi. Ortaçağın mürit ilişkisi, köleliğe varan bağımlılık, bunun ekonomik, siyasal ve ruhani zeminini tasfiye gerekliydi.
Toplumsal özgürlük, insanları kullaştırma özgürlüğünün yok edilmesine bağlıydı.
Köle sahibi, kendisi için özgürlüğü, insanları köleleştirme” hakkı” olarak görmekteydi.
Kölenin yaşama hakkı da, köle sahibinin bu özgürlüğünün sınırlanmasına, elinden almasına bağlıydı.
“Özgürlükçü laiklik” toplumsal özgürlüğü değil, özgür bireyleri mürit yapabilme özgürlüğünü savunmaktadır.
Laikliğin yanına eklenen “özgürlük” kavramı, laikliği kuvvetlendirmek için değil, çelmelemek, önünü kesmek için iliştiriliyor.
Laiklik sayesinde sağlanan özgürlük sınırlanıyor, laikliğin sınırladığı ortaçağ kurumları özgürleştirilmek isteniyor Kastedilen özgürlük, toplum ve birey için değil, ortaçağın kurumları ve tarikatlar içindir.
1924 Anayasası doğrultusunda çıkarılan 677 sayılı Devrim Kanunu, tekke ve zaviyeleri kapatmış, “şeyhlik, dervişlik, müritlik, dedelik, seyitlik, çelebilik, babalık, emirlik, nakiplik, halifelik, falcılık, büyücülük, üfürükçülük ve gayıptan haber vermek ve murada kavuşturmak maksadiyle nüshacılık” gibi bütün unvan ve faaliyetleri yasaklamıştı.
Türkiye, ya eğitimli, bilinçli, üretken ve özgür bir toplumun şahlanan bağımsız ülkesi olacaktı, ya da çok geçmeden yeniden emperyalistlerin çizmelerinde ezilen ortaçağın cahiller ülkesi…
100 yıldır Atatürk’e kin güdülmesinin sebeplerinden biri budur.
Atatürk’ün “Efendiler ve ey millet, biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler ve mensuplar memleketi olamaz” diyerek gösterdiği hedef, şahlanan, bağımsız ve özgür Türkiye hedefi…
Laiklikle açıkça, cepheden savaşanlar bunca zaman sonuç alamayınca, bu gizlemeyi ürettiler; “Özgürlükçü laiklik”
Zaten epeyce palazlandırılmış olan tarikatları anayasal ve yasal konuma da kavuşturmak…
Din devletini amaçlayan partileri anlamak mümkün. Ancak kendini solcu, sosyalist gören, Atatürkçü olduğunu söyleyen kimi partilerin, tarikatlar için “sivil toplum örgütü” tanımlaması yapmaları, Parti programlarına “özgürlükçü laiklik getireceğiz” diye yazmaları, tam bir şaşkınlık.
Komisyonun gündemine böyle bir niyet gelecek mi, göreceğiz.
Bu, Anayasanın “değiştirilemez” maddelerine el atmak olacaktır ki, toplumsal tepkilerin, yeni hukuki tartışmaların kapısını açar…
Mehmet AKKAYA
12 Ağustos 2025