Bugün, Büyük Atatürk’ün ölümünün 85. Yılı.
Gün Atatürk’ü yas ile anma günü değil, Atatürk olma günüdür.
30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması incelendiğinde,
bu antlaşma ile bırakın bir bağımsız devleti, ortada bir devlet bile kalmadığı görülmektedir. Bunun en somut göstergesi, Wilson ilkelerine dayalı bir barış getirecek bu antlaşmaya tamamen aykırı olarak, 3 Kasım’da yani antlaşmadan dört gün sonra İngilizlerin Musul’u işgal ederek emperyalist emellerini arsızca ortaya koymalarıdır.
18 Kasım 1918’de itilaf devletlerine ait gemiler İstanbul’a demir attılar ve diğer işgaller de bunu takip etti. 18 Kasım’da İngiltere Dışişleri Bakanı, Avam Kamarasında yaptığı konuşmada; Arap-Ermeni-Rum-Yahudi azınlıkların Türk Egemenliğinden kurtarılacağını söyleyerek, bunları Türklere karşı savaşmaya yöneltiyor ve Doğudaki Kürtçülük olayını körüklüyordu.
21 Aralık 1918’de, tam bir İngiliz kuklası haline gelen Vahdettin, yetkilerine dayanarak Meclis-i Mebusan’ı dağıtıyordu. Bu kargaşa ortamında emperyalist güçler ülkedeki bölünmeyi hızlandırmak için çeşitli örgütler kurduruyordu. Ermeni Patriği, Rum-Ermeni Komitesi ile aynı tür bir çalışmayı yürütüyor, İngiliz desteği ile Kürdistan Teali Cemiyeti- İngiliz Muhipleri Derneği- Teali İslam Derneği kurduruluyordu. Ordular terhis ettiriliyor, silah ve mühimmata el konuyor, haberleşmeden ulaşıma her konuda denetim emperyalist ittifak devletlerine veriliyordu.
Bu, öyle karanlık ve umutsuz bir dönemdi ki, Amerikan Misyoner Okullarında yetişen bazı ajanlar, çaresiz Türk Aydınlarının aklını “Amerikan Mandası” olalım gibi haysiyetsiz düşüncelerle çelebiliyorlardı.
İşte “Atatürk Olmak” böyle bir ortamda da, “Geldikleri Gibi Giderler” diyebilmektir.
19 Mayıs 1919’da Atatürk Samsun’a çıkarken, bu karanlık tablonun daha da umutsuz bir yanı vardı.
O yıllarda Türkiye’nin nüfusu 13 milyon kadardı ve tüm okur-yazar sayısı 600 bin kişi idi. Sadece “Elif-Ba” demeyi bilenle, üniversite mezunu olanların toplam sayısı 600 bin idi. Anadolu yıllar süren savaşlardan bitkin ve perişandı. Yoksuldu. Ekonomisi kötü değil, bitmişti!
Kısaca Mustafa Kemal, 22 Haziran 1919’da Amasya Tamim’ini yayınlarken, emperyalist güçlere savaş açarken ona, ülke nüfusunun yaklaşık %50’si(!) karşı çıkıyordu. Bu yüzde elli ki, ülkenin varlıklı, şeriat ve hilafet isteyen tarikat-cemaatlerden oluşan en tutucu kesimi idi. Bunlar Amerikan-İngiliz Mandası istiyordu.
Mustafa Kemal ile beraber olanlar, tarikatlar-cemaatler gibi örgütlü değillerdi ama onlar, bağımsızlığa ve Mustafa Kemal’e inanmış vatanseverlerdi.
Onların vatanlarını korumak, işgali bitirmek ve Bağımsız Türkiye Cumhuriyeti Devletini kurmaktan başka hiçbir emelleri yoktu.
Onlar Mustafa Kemal’in Askerleriydiler ve büyük ozanın söylediği gibi,
“Karanlıklar çıkıncaya kadar aydınlığa” bir kerem gibi yana-yana savaşacaklardı.
Bu ruhla yetişen Türk Milletinin evlatlarını, “Mustafa Kemal’in Askerlerini” bugün, Biber Gazı-Tazyikli Su-Demir Cop-Parti Komiseri Vali- Mahpus Damı- Yargı darbeleriyle ve Faşist yöntemlerle mi yıldıracaksınız?
Gülerim sizin halinize. Eğer bakacak yüzünüz kaldıysa, Anıt Kabir’e bakın.
NE MUTLU MUSTAFA KEMAL’İN ASKERİYİM, diyene.
Sağlık ve başarı dileklerimle
10 KASIM 2023
Rifat Serdaroğlu
DOĞRU Parti Genel Başkanı