ATATÜRK OLMALIYIZ

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala
Örnek Resim

‘…Batı ittifakı ve Nato üyeliğinden bu tarafa, ’Sistem’, ekonomiden, kültüre, savunmadan eğitim ve öğretime, bütün ‘ulusal’ kalelerimizi düşürmek peşindedir;’dil’ini ve ‘din’ini açık açık, göstere göstere, dayatmaya başlamıştır; geçen yüzyılın başındakine benzer, bir dünya savaşı ‘mağlubu’ olmadığımız halde, aynı muameleye maruz kalmaktayız. O zaman, hangi kesimden olursak olalım, o dönemdeki benzerlerimizin ne yaptığına bakacağız; çünkü onlar, ’muzaffer olmuşlardır’.(Atilla İlhan, Cumhuriyet,21.01.2005)

Ünlü Alman ozanı Goethe’nin Faust adlı  büyük eserinde, Faust’la şeytanın savaşı anlatılır. Mutsuz ve huzursuz ama genelde iyi yürekli bir bilim adamı olan Faust kendisini yoldan çıkarmak için her şeyi deneyen şeytana bilgi, zenginlik ve gençlik karşılığında ruhunu satmayı kabul eder. Aralarındaki gizli anlaşma korkunç acılara ve pişmanlıklara gebedir. 

Bundan 74 yıl önce ABD ile Türkiye arasında Faust’un şeytanla yaptığı anlaşmayı aratmayan, ruhumuzu bir imza karşılığı teslim ettiğimiz ve bizi bugün içinde bulunduğumuz içler acısı duruma getiren, muhteviyatı kamuoyunda pek bilinmeyen bir eğitim anlaşması imzalandı. 

27 Aralık 1949 tarihinde imzalanan bu anlaşmayla eğitimimiz, bağımsızlığımız ile birlikte Amerika’ya teslim edildi. Projenin mimarı ABD başkanı Truman doktrinini sömürge ülkelerde ‘eğitim ve kültür’ alanında projelendiren senatör Fulbright’tı. 

Anlaşma gereği Türkiye ve ABD hükümetleri arasında kurulan eğitim komisyonunda dört üye T.C vatandaşı, diğer dört üye ise ABD vatandaşıydı. ABD büyükelçisi komisyonun başkanı oldu. Türkiye’ye uzman, araştırmacı, öğretim üyesi olarak personel gönderecek komisyon eğitime önce ortak edilecek sonra belirleyicisi olacaktı. 

 Üçte ikisinin Amerikalı olduğu, personel politikalarından ders müfredatına, memur tayininden, maaş ve ücretlerin belirlenmesine kadar her şeyi belirleme yetkisine sahip, ‘Eğitim Araştırma Geliştirme Dairesi Başkanlığı’ adındaki komisyon işe eğitim müfredatını değiştirerek başladı. Kanımızı ve canımızı vererek kurduğumuz Türkiye Cumhuriyetinin Milli Eğitim Bakanlığının içinde bir Amerikan karargahı kuruluyor, eğitim politikamız Amerikalıların ellerine teslim ediliyordu.

 Cumhuriyeti kurarken ilk iş olarak öğretim birliğini kuran, Ulusal Kurtuluş Savaşını sürdürürken bir eğitim şurası toplayacak kadar eğitime önem veren Atatürk aramızdan ayrılalı sadece 9 yıl olmuştu. 

Truman doktrini ile başlayan ‘Amerikan yardımı’ ve Fulbright eğitim anlaşması ülkemizin her alanda makas değiştirmesine neden olacak, ABD’li ‘uzmanlar’ başta eğitim olmak üzere bütün bakanlıklara sızacak ve ülkeyi istediği şekilde biçimlendirecekti. 1923-1938 ‘de ne yapıldıysa tersi yapılacaktı.

 Ülkenin gerçeklerine uygun, kalkınmayı hedefleyen, aynı zamanda toprak reformunu desteklemek amacıyla kurulmuş köy enstitüleri sinsice kapatıldı. Sorgulayan, araştıran, tarihini, dostunu, düşmanını bilen, milli bilinçle donatılmış devrimci gençlik yerine, ezberci, ülkesini ve dünyayı tanımayan, diline ve vatanına yabancılaşmış Batı kültürüne hayranlık duyan, ‘batının avukatı’ olmaya aday ’devşirilmiş’ gençler yetiştirilmesi hedeflendi.

 Amerikalılar tarafından seçilen yüzlerce öğrenci, birer ‘batılı’ olarak döndüğünde ülke yönetiminde kilit noktalarda görev yapmak üzere Amerika’ya gönderildi. Eğitimin her alanında söz sahibi olan komisyon kurulduğundan bu yana 6.500 öğrenci ve akademisyene burs olanağı sağlanmış, ülke yönetiminin ve muhalefetin başına, medyanın üst katlarına, bürokrasiye, üniversitelere ‘eğitilenler’ yerleştirilmiş, batıya hayran, kraldan çok kralcı bir kesim yaratılmıştır.

Halen yürürlükte olan Milli Eğitim Komisyonuna ek olarak, 1994 yılında, başında ABD’li bir ismin bulunduğu Milli Eğitim Geliştirme Komisyonu kurulmuştur.

ABD’nin eline verilen silah, milletimizin değer yargılarının, düşüncelerinin, duygularının ve alışkanlıklarının zahmetsizce kendi çıkarlarına göre biçimlendirmesine olanak sağlamıştır. Bu sayede kendi ‘yenilmezliği’ni ve ‘üstünlüğünü’ inşa etmiş bizim payımıza da aşağılık duygusu ve öykünme düşmüştür.

1947 yılında Amerikalı uzman Max Thornburg’un Türkiye raporunda ,’ideolojik taaruzun Amerikan Ulusal Güvenlik Stratejisi için, atom bombası kadar önemli olduğu’ vurgulanmıştır.(Banu Avar ‘Gün O Gün’dür! S,109)

 Yüzeysel, vahşi, kaba, ırkçı ve soykırımcı bir kültür hayatımızı, eğitim sistemimizi, yaşam alanlarımızı ve ülkemizi işgal etmiş, en ucuz ve kalitesiz ürünleri ve söylemleriyle kadim kültürümüzü kirletmiştir.

Ekonomik yardım, eğitim/kültür anlaşmaları, IMF, Dünya Bankası, Nato üyeliği derken Türkiye batı’ya zihni ve bedeni ile bağlanmış, kendi adına düşünemez olmuş, hafızasını silmeye zorlanmıştır. Çocuklarımızdan kendi kahramanlarımız ve askeri zaferlerimiz saklanmış, bir başvuru kitabı olması gereken Nutuk unutturulmuştur. 

 Gençlerin, cumhuriyet değerlerini ve vatanı savunacak bilinç ve reflekslerinin yok edilmesinin amaçlandığı, karşı devrimin en pervasız, saldırgan ve Cumhuriyet değerlerine en büyük tahribatın yapıldığı alan eğitim alanı olmuştur. 

1950 yılına gelindiğinde Türk halkına müthiş bir Batıcılık pompalanmış, büyük kentlerde batıcılık yükselirken bir yandan da Amerika desteğiyle irtica ayaklanmış, Atatürk heykellerine saldırılmıştır. Tekke ve zaviyeler Amerika’nın artan etkisine paralel bir şekilde güçlenmiştir.

  ABD’nin Türkiye planlarında 100 yıldır değişen bir şey olmamıştır. Nihai hedefi İslam federasyonunun ve İslam ordusunun kurulması ve Osmanlı düzenine dönülmesidir. Lozan’ın yerini Sevr almalıdır. Türkiye adım adım çözülerek bu hedefe yaklaştırılmalıdır. ABD bunu, ulusal kimliğimizi, dilimizi, laik ve üniter yapımızı; Cumhuriyetin kuruluş ayarlarını felç etmeden gerçekleştirmesinin mümkün olmadığını bilmektedir. Bütün gayreti bu yöndedir.

74 yıl önce ABD ve Türkiye arasında yapılan bu anlaşmayla açılan uzun parantezin bugün bizi getirdiği yer, cumhuriyet değerlerinin zayıflaması, laik eğitimin tamamen kaldırılması ve MEB’i tarikat ve cemaatlerin yönetir hale gelmesi olmuştur. 

Eğitim sistemimiz ABD’nin ve işbirlikçilerinin gayretli çalışmalarının sonucunda boş, işlevsiz, irrasyonel, verimsiz ve kimliksiz bir hale getirilmiştir. Öğrencilerin düşünmemesi, öğrenmemesi ve yabancılaşması için her türlü tedbir alınmış, sınavlara ve ezberlemeye mahkum edilmiş ve sonunda öldürücü darbeyi vurması için iş tarikat ve cemaatlere havale edilmiştir.  

74 yıl önce açılan parantezin şeytanın son dokunuşuyla kapanmasına az kalmıştır. Atatürk’ün aklı ve yol göstericiliğiyle yaklaşılmadığı takdirde bundan sonrası tarikatlar, terör ve suç örgütleri tarafından ayaklar altına alınmış, şirazesinden çıkmış bir ülke olacaktır.

 Ne yazık ki gelinen nokta, Aziz Nesin’in bir hikayesini akla getirmektedir. Bir akıl hastanesinden kaçan deliler halkın arasına karışır, giderek delilerle akıllıları ayırt etmek zorlaşır. Dışarıdaki ve içerideki deliler arasına sıkışan halk ne yapacağını bilemez hale gelir.

 Millete ait ne varsa yok olması, vatanın paramparça olması ve Türkiye Cumhuriyetinin yıkılması için sözde muhalefeti, iktidarı, basın ve üniversiteleri ile histerik bir gayret ve çırpınış içinde olmaları başka nasıl açıklanabilir?

Yapılması gereken halkın genetik hafızasında kayıtlıdır. Atilla İlhan’ın söylediği gibi ‘muzaffer olan’ benzerlerimizin ne yaptığına bakmalıyız. Kendimize güvenmeli, çareyi kendimizde, değerlerimizde ve tarihimizde aramalıyız.

Atatürk ‘Siz ölürseniz biz naparız?’ diyen köylüye ‘Atatürk sensin.’ demiştir. Biz ATATÜRK olmalıyız.

 

Mehtap Kaynak

 

 

0
mutlu
Mutlu
0
_zg_n
Üzgün
0
sinirli
Sinirli
0
_a_rm_
Şaşırmış
ATATÜRK OLMALIYIZ

Tamamen Ücretsiz Olarak Bültenimize Abone Olabilirsin

Yeni haberlerden haberdar olmak için fırsatı kaçırma ve ücretsiz e-posta aboneliğini hemen başlat.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Sonsöz Gazetesi | İlkeli Gazeteciliğin Yerel Öncüsü ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

Bizi Takip Edin